Röportaj: Melek Barış



BDP’de adaylığı en çok tartışılan Batman Belediye Başkanı Sabri Özdemir’le hayatını, iniş ve çıkışlarını konuştuk. Halk arasında ‘Anlatsam hayatım film olur’ diye bir özdeyiş var, Sabri Özdemir’in hayatı da işte böyle bir hayat… Film olur mu bilmem, ona en iyi senaristler karar verir ama Sabri Özdemir’in yaşanmışlıklarıyla ilginç ve sıra dışı bir öyküsü var.

Başkan Sabri Özdemir Batman’da ilk defa evinin kapısını bizim için açtı. Bir hafta sonu kahvaltı sofrasına konuk edildiğimiz söyleşide, eşi ve çocuklarıyla birlikte uzun uzun sohbet ettik. İçtenliğini çok beğendiğim Başkan Sabri Özdemir ile çocukluğundan bugüne, yaşamından kesitler konuştuğumuz söyleşideki samimiyeti, doğrusu kahvaltıyı daha bir keyifli kıldı.

Belediye Başkanı seçilmesiyle ilgili olarak hiç beklemediği bir şey olduğunu söylüyor Özdemir, “Benim için gerçekten sürpriz oldu. Siyasette yer alıyordum ama öyle aktif değildim. Benden çok ağabeyim (Merhum Salih Özdemir) siyasette aktifti”.

Partisinin onu onaylamadığını ve yalnız bıraktığını belirten Başkan Sabri Özdemir, üzerine basarak kendisini halkın seçtiğini söylüyor. Özdemir, “Gerçi partimin il yönetimi benim aday olmamı istemiyordu, adaylığımı onaylamıyordu ama… Adaylığım esnasında çok yalnız bırakıldım. Kimse bana destek sunmadı. Beni halk seçti”.



Sabri Özdemir çocukluğuna dair bize neler anlatır acaba?

Zor bir çocukluk geçirdim. Çocukluğum 12 Eylül dönemine denk geldiğinden dolayı doğrusu aklımda pek de iyi izler bırakmış değil. İlkokul birinci sınıfı bitirdim 12 Eylül darbesi oldu. Sonra olaylar başladı ve ortalık çok karışıktı. Köye göç etmek zorunda kaldık. Bir sene okula gidemedim, daha sonra okula gitmek için köy ve Batman arasında mekik dokudum ve bu çok zor oluyordu. Çoğu zaman vasıta bulamıyorduk. İlkokulu bitirmek çok zor oldu. Ekonomik durumumuz iyi değildi, yokluk içinde geçti o dönemlerim. Ergenlik çağına geldiğimde ben de çalışmaya başladım, para kazanıp babama destek oluyordum. Şükür kimseye muhtaç olmadım.

Babanızla ilişkileriniz iyi miydi?

Çocukken babamı pek göremezdik. Babam sevgisini bize göstermezdi. Mesela, çocukken babamın beni öptüğünü pek hatırlamam. Ancak bayramlarda ya da başka bir şehirden dönmüşse bizi öperdi, biz de onun elini öperdik. Bizi sevdiğini bilirdik ama bunu bize gösteremezdi ve bu içimde hep ukde olmuştur. Fakat eskiden anne ve babalar büyüklerin yanında çocuklarını kucaklarına alıp pek sevmezlerdi. Bu ayıp karşılanırdı, gerçi bu gelenek birçok ailede hala var ama ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.

Peki, siz sevginizi gösteriyor musunuz?

Çocuklara sevgiyi göstermek gerekiyor. İnsanın her yaşta sevgiye ve ilgiye ihtiyacı var ama çocukken bu daha yoğun oluyor galiba. Bu nedenle her fırsatta çocuklarıma onları sevdiğimi söylüyor, öpüyor, kokluyorum. Yaşadığım o boşluğu çocuklarımın yaşamasını istemiyorum.

Mesela nasıl bir iz bıraktı sizde?

İnsan kendisini eksik hissediyor, bunu hala yaşıyorum.

Çok hayal kurar mıydınız?

Çocukluğum yokluk içinde geçse de benim de hayallerim vardı. Bazı zamanlar odama kapanır saatlerce hayal kurardım. Doğrusu Ahmet Kaya dinlerken hayal kurmak bana ayrı bir keyif veriyordu.

Neydi sizi çok heyecanlandıran hayaliniz?

Avrupa’da yaşamak en büyük hayalimdi.

Neden Avrupa, özel bir nedeni var mı?

Televizyonda gördüklerimden etkilenmiş olsam gerek. Avrupa’nın teknik ve sosyal açıdan daha iyi imkânlara sahip olması ve daha çok özgürleşme beni inanılmaz cezbediyordu.

Ve hayalinizi gerçekleştirdiniz…

Evet, gerçekleştirdim ama hiç kolay olmadı.

Doğrusu merak ettim, bu yolculuk nasıl başladı?

Bu yolculuk hayatımın dönüm noktası oldu. Türkiye’de en uzun dizi sanırım Kurtlar Vadisi olsa gerek, yolculuğumu film yapsalar o diziyi bile geçer. Batman’dan ayrılışım zaten zorluklarla oldu. Öyle legal yollarla olmadı ne yazık. O dönemler ortam çok karışıktı. Kim polise bir isim verse arananlar listesine giriyordu. Ben de öyle bir talihsizlik yaşadım. Aranıyordum, önceleri dokuz ay kadar bir süre Türkiye’de çeşitli yerlerde kaldım. Baktım olmuyor Almanya’ya gitmek için yollar aramaya başladım. İlk denememde başarılı olamadım. 7 ay Romanya’da kaldım. Tekrar İstanbul’a dönüş yaptım. İstanbul’da 3-4 ay kaldıktan sonra yine denedim ama Bulgaristan-Romanya sınır kapısında beni gözaltına aldılar. 15 gün Sofya’da kaldım, daha sonra akrabalarım gelip beni aldılar. Sınır kapısında trajikomik bir durum da olmuştu; 93’ün sonlarıydı, Yugoslavya’nın da yıkılmasıyla beraber birçok ülke ortaya çıkmıştı ve onlar siyasi sığınmacıydı, Avrupa pasaportu almışlardı, Kürt olarak biliniyorlar çünkü yalnızca Kürtler alabiliyorlardı o pasaportu. Bende de bir Türk pasaportu vardı. Bir kapıya gidiyoruz Türk olduğum için Arnavutlar beni bırakıyor onlara izin verilmiyor, diğer kapıda benimki Türk pasaportu diye beni bırakmıyor onları geçiriyorlardı. Benim pasaport Danimarka oturumluydu ve vizem bir gün geçmişti bu nedenle Avusturya’da beni alıkoydular, Almanya’ya geçemedim. Yanımda ağabeyim ve teyzemin oğlu da vardı onlar geçtiler ve beni kapıdan yine geri çevirdiler.

O zaman ne hissettiniz?

İşte o zaman kendimi çok yalnız hissetim. Ağabeyim ve teyzemin oğlu da vardı yanımda onlar geçti fakat bana izin vermediler. Viyana’da akrabalar vardı, gelip bizi alacaklardı ama olmadı. Karlı bir gündü. Saat gecenin ikisiydi ve çok soğuk bir hava vardı. Yerler buz tutmuştu. Soğuk nefesimi kesiyordu. Çantamı aldım, bir bankın kenarına iliştim. Tek başınaydım, dokunsalar ağlayacaktım.

Ağladınız mı?

Hayır, ağlamadım ama o ana kadar kendimi hiç öyle yalnız hissetmemiştim.

Sonra ne oldu?

Birkaç gün sonra kaçak yoldan Almanya’ya geçiş yaptım ama hiç de kolay olmamıştı. 80 Km bir yolu yürüyerek geçmek zorundaydık. Hele bir dere vardı ki hiç unutmam onu, deli gibi akıyordu. Bakmak bile ürkütüyordu beni ve o dereyi geçmek zorundaydık. Karşı kıyıya vardığımızda elbiselerim buz tutmuştu. Beni Almanya’ya geçirmek için gelen şahıs da mütemadiyen çabuk olmam gerektiğini söylüyordu. Buna bir de ruh halimi kattığımızda inanılmaz zor bir geceydi. Sonunda bir eve vardık, orada bana elbise verdiler, en azından üzerimdeki ıslak elbiselerden kurtulmuştum. Yemek yemiş, karnımız da doymuştu. Böylece kendimi daha iyi hissetmiştim. Tabi şimdi bunu anlatmakla yaşamak arasında gerçekten çok fark var. Almanya da dört ay kaçak olarak kaldım, sonra iltica talebinde bulundum.

Sonra kampa mı aldılar sizi?

Evet, sözde orası dağıtım yeriydi ama açık cezaevi gibi bir şeydi. Her ülkeden insanlar vardı. Kampın dışına çıkmak yasaktı. Çok sıkıntı çektim orada. Bütün yaşamın onların belirlediği sınırlardan ibaretti ve bu çok zoruma gitmişti. Yemek saatinde uzun kuyruklar vardı. Tabağımı alıp yemek kuyruğundaki ilk bekleyişimi ve aldığım yemeği hiç unutamıyorum.

Ne yemiştiniz?

Ben ki evde yemek beğenmeyen, mızmızlanan ve bundan dolayı ablasını perişan eden sözde ağa oğlu Sabri Özdemir bir parça balık, biraz patates püresi ki, zaten patates yemekleri de meşhurdur ve iki dilim ekmeğe kalmıştım. O da uzun bir kuyrukta bekleyişten sonraydı… Kendimi çok kötü hissetmiştim, düştüğüm durumdan dolayı kendime acıyordum. Öyle çok ağrıma gitmişti ki;



Ve…

Ağlamıştım. Bu bana çok dokunmuştu.

Böylece ablanızın kıymetini de daha iyi anlamışsınızdır…

Kesinlikle evet. Bu yolculuk benim için zaten birçok açıdan dönüm noktası olmuştu. Sonra beni başka bir kampa aldılar, bu ilkinden daha iyiydi. Orada bana bir oda verdiler. Yiyecek ve giyecek için o zamanın 400 markını, ulaşım için de 80 mark maaş veriyorlardı. Sigara için para vermiyorlardı. Tabi bu para bana yetmiyordu. Bu yardımı sadece iki ay aldım, sonra iş bulup çalıştım. Fakat çok sıkılıyordum tam dönmeye karar vermiştim ki babamın gözaltına alındığını duydum. Gözaltında kaldığı 17 gün boyunca polisler devamlı beni soruyormuş, bu nedenle bana ‘gelme’ dediler.

Ve dönmediniz, peki sonra ne yaptınız?

Baktım başka çare yok orada kalmaya mahkûmum, o halde nasıl daha iyi bir şekilde yaşarım diye düşünmeye başladım. Kısa sürede dil öğrendim. Bu arada daha iyi bir iş bulmuş, daha iyi bir evde yaşıyordum. Kendime güvenim artmıştı. Kimseye el açmadım. Sonra bir evlilik yaptım, eşim Alman’dı, üç çocuğumuz oldu.

Orada ne gibi işlerde çalıştınız?

Sıva teknikerliği ile ilgili eğitim aldım. Resmi sertifikalı İtalyan aşçılığım var. İnşaat sektörü, yılbaşı çiçekçiliği üzerine çalıştım. Yaptığım her işte de en iyisini yapmaya çalıştım. 12 sene kaldım Almanya’da. Şimdi iyi ki de gitmişim diyorum. Öz kültürüme Alman kültüründen güzel şeyleri de katmaya gayret ettim. Sıva üzerine şirket kurdum. En son restoran işi yaptım, gelinceye kadar da o vardı. Rusya ve Polonya’dan gelen göçle o sektör kötüye gitmeye başladı.

Ve sonra?

Türkiye’ye dönmeye karar verdim. 2005 yılıydı. Eşim ve çocuklarımla beraber Batman’a yerleştik fakat eşim birçok şeye adapte olamadı. Gerçi ilk zamanlar ben de alışmakta sıkıntı çekmiştim ama eşiminki kadar değildi. Bir süre sonra boşandık. Eşim çocuklarla birlikte tekrar Almanya’ya döndü. Avrupa’ya gittiğimde 20 yaşındaydım. 32 yaşında döndüm.

Döndükten sonra hangi alanda işler yaptınız?

Almanya’da edinmiş olduğum meslekler vardı. Sıva teknikerliği, inşaat, restoran v.s. İnşaat sektörüne yöneldim, müteahhitlik yaptım. En son güvenlik şirketi kurdum. Bu arada tekrar evlendim, 3 çocuğum daha oldu, böylece 6 çocuk babası oldum. Türkiye’ye geri döndüğümde ilk çok bocaladım fakat sonra toparladım. Diyaloğum iyi olduğundan iyi ilişkiler kurdum. İş konusunda hiçbir zaman sıkıntı çekmedim, daha 13 yaşındayken köydeki arazilerin sorumluluğu bendeydi, ben ekip biçiyordum. Şimdiki gençler gibi değildik ki. Mesela 22 yaşında yeğenlerim var onlara bir kuzu bile teslim edemezsiniz.

Belediye başkanı olmanız plan dahilinde mi gelişti?

Hiç beklemediğim bir şeydi. Benim için gerçekten sürpriz oldu. Siyasette yer alıyordum ama öyle aktif değildim. Benden çok ağabeyim (merhum Salih Özdemir) siyasette aktifti. Zaman zaman belediye yönetimini eleştirenlere karşı çıkıyor, hatta tartışıyordum bile. Bu tepkim belediye yönetimi eleştirilemez anlamında değildi. Eleştiride bulunanların bir şeyler yapabilecek güçleri var iken, kolay olana yönelmelerindendi.

Bir gün karar verdim, ‘bu işi ben de yapabilirim’ dedim. Kürtlük bilincim daha gençlik yıllarımda gelişmişti. İnsanlarla ilişkilerim de iyiydi. İnşaat sektöründen de iyi anlıyordum. Birçok işte çalışmıştım, tecrübem de vardı. Bir kriz durumunda çabuk karar alabiliyor ve aldığım kararı da ötelemiyordum. Nasıl yapabileceğim konusunda çok da zorlanmayacağımı düşündüm. Durumu babamla konuştum, düşüncesini sordum. Yapabileceğimi, ama politik yönümün eksik olduğunu, bundan dolayı zorlanacağımı söylüyordu. Açıkçası bu noktada benim de kaygılarım vardı çünkü hiçbir zaman politik olamadım. Bunun dışında kendimi yeterli görüyordum, neden olmasın dedim.

Ve oldu…

Evet oldu. Halk beni seçti. Gerçi partimin il yönetimi benim aday olmamı istemiyordu, adaylığımı onaylamıyordu ama… Adaylığım esnasında çok yalnız bırakıldım. Kimse bana destek sunmadı. Denmedi ki, ‘bu adam bizim adayımız olarak meydanlara çıkacak, konuşacak. Peki, ne konuşmalı, ne yapmalı.’ Bu konuda bana yol gösteren olmadı. Seçim meydanlarında nasıl konuşacağıma dair hiçbir hazırlığım yoktu, bir kez hazırlık yaptım onu da konuşturmadılar. Belediyenin %90’ı, sivil toplum kuruluşlarının %70’i beni istemiyordu ve siyaset de bunların etrafında dönüyordu. Bu nedenle kimseden destek alamadım.

 

Halk sizi neden tercih etti dersiniz?

Ben de halktan biriyim. Halk samimiyetimi sevdi.

Peki, neden sizi istemiyorlardı?

Benimle ilgili önyargılar vardı. Bilinmeyen ürkütür derler ya böyle bir şey işte. Biri bir şey der ve yayılır gider, tanımayanlar da duyduklarıyla değerlendirir. ‘Parasıyla iş yaptıran, insanlara hükmeden, ailenin gücüne dayanan ve bu durumu kullanan zorba biri’ olduğumu düşünüyorlardı. Böyle düşünenler hala var fakat beni tanıkça bu önyargılar kırılıyor. Eşbaşkanım dahi ilk zamanlar bana karşı önyargılıydı, kendisi itiraf etmişti.

Çalışmalar ne durumda peki?

Bu aralar daha çok birimlerde yaptığımız değişimlerle meşgulüz. Önümüzdeki ay içerisinde yol haritamız netleşmiş olacak ama bu arada belediyenin rutin çalışmaları aksatılmadan devam ediyor.

Evet, 6 çocuğa, çok sevdiğiniz bir eşe, güzel bir eve ve iyi bir konuma sahipsiniz. Peki;

-İyi bir baba olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Çocuklarımı biraz ihmal ediyor olabilirim ama iyi bir baba olduğumu düşünüyorum.

-İyi bir eş misiniz?

Eşim hep bana iyi biri olduğumu söyler ama galiba bunu eşime sormanız gerekiyor.

-Mutfak kültürünüz nasıl?

İyi makarna pişiririm. Çok güzel pizza yaparım. Bütün Kürt yemeklerin hepsini yaparım.

-Bağlama da çalıyorsunuz galiba?

Evet, iyi bağlama çalıyorum ama başka da bir şey çalmıyorum. ‘Çalan’a da müsaade etmem.

Sohbetimizi toparlayacak olursak…

Halk bizi seçti. En iyi şekilde hizmet vereceğimize dair bizim de bu halka sözümüz var. Herkes bundan emin olsun ki, bütün enerji ve düşüncemizi sadece hizmet için harcıyoruz. Halkımıza layık olabilmek ve hizmet edebilmek için bütün gücümüzle çalışıyoruz. Henüz tam olarak çalışmalarımızı başlatamadık ama bu halkı hayal kırıklığına uğratmayacağız. Kimsenin bundan kuşkusu olmasın.