**Batmanlı ressam Ahmet Güneştekin ‘sınırları’ aşmaya devam ediyor. ‘Yüzleşme’ sergisinin ardından dünyanın en önemli sanat organizasyonlarından New York Marlborough Galeri’de 2013’ün Kasım ayında sergi açan Güneştekin, dikkatleri bir kez daha üzerine çekti.
 
** Ressam Güneştekin, New York’a uzanan başarı hikayesini ve 2014 hedeflerini Batman Çağdaş’a anlattı. ‘Sanata yönelimimi, ‘Kilam’ların resim yeteneğimle buluşması tetikledi’ diyen Güneştekin, yeni projeleriyle yine iddialı geliyor.
 
Söyleşi: Barış Arslan
 
 
- Batman’dan dünyaya açılan ilk sanatçımızsınız, petrolkentindeki yaşamınızdan başlayalım, ‘sanat’la nasıl tanıştınız?
“KİRLİ SAVAŞ NEDENİYLE GÖÇ ETTİM”
Kendi halinde yaşayan, mütevazı bir yaşam standardı olan 9 nüfuslu bir aileden geliyorum. Babam Garzan petrol kampında işçiydi, annem ise ev hanımıydı. Ekonomik yetersizlikleri saymazsak oldukça zengin bir aileye sahiptim. Mutlu bir çocuk olarak büyüdüm diyebilirim. En çok mutluluk duyduğum uğraş resimdi ve dini tabuların bir inanç sistemi olarak insan yaşamında önemli bir aktör olarak yer aldığı bir toplumda resim de tıpkı birçok sanat dalı gibi “günah” sayılmasına rağmen babam ve abilerim beni bu konuda sürekli desteklediler. İlkokul yıllarımda öğretmenlerim ve okul idaresinin desteğiyle bu yeteneğimi geliştirme fırsatı buldum. 3. sınıfta katıldığım resim yarışmasında aldığım birincilik bu alandaki yönelimlerimi pekiştirdi diyebilirim. Ortaokulun ardından lisede açtığım ilk kişisel sergim ve resimlerin tümünün alıcı bulmasıyla iyice yüreklendim ve sanat gibi çok zor ve uzun bir yolculuğa sahip planlarımda daha ısrarlı bir irade gelişti bende. Liseyi bitirip İstanbul’a akademi eğitimi almak için gittim ama bazı nedenlerle okulu bırakıp Batman’a geri döndüm. Batman’da “Güneştekin Kundura” diye bir ayakkabı mağazamız vardı. Abilerimle birlikte ben de bu işyerinde ticaret yaptım bir süre. 90’larda kirli bir savaşa dönüşen çatışmalar döneminde derin devlet bağlantılı yapıların gerçekleştirdiği faili meçhul cinayetlerin artıp taraflı tarafsız herkesi hedef olarak seçmeye başlaması sonrasında ben de birçok arkadaşım gibi doğup büyüdüğüm toprakları terk edip İstanbul’a göç ettim.

 
- Neden resim?
“KİLAMLAR, RESİM YETENEĞİMLE BULUŞTU”
Demin de biraz bahsetmiş oldum aslında. Her çocuk gibi ben de resim yapmaya; kâğıt, kablo, tel, çamur ve şekle sokulabilen daha birçok şeyden şekiller üretmeye meraklıymışım. Çocukluğun plastik sanat araçlarına merakını bende diğer çocuklarınkine göre farklılaştıran asıl unsur Kilam’lardır. Kilam, Mezopotamya halk ozanlığı geleneğinin en köklü söyleyiş biçimi olarak bilinir.
 
Mezopotamya ve Anadolu, medeniyetlerin kök kültürlerinin ana yurdu ve bu kültürlerin günümüze ulaşabilmiş en saf halini barındıran mirasçısı olarak kabul edilir. Yazılı belgeleri işgalci ve istilacı barbar halklar tarafından sürekli yakılmış olan bu kültürlere ait bilgiler sözlü kültür üzerinden günümüze taşınmış. Bu aktarımlar Evdalê Zeynikê,Xerapêtê Xaço, Şakiro gibi Mezopotamya kültürünün büyük temsilcileri olarak bilinen Kürtlerin halk ozanları olan “Dengbêj”ler tarafından kendi özgün anlatım tarzı olan “Kilam”ları üzerinden gerçekleşmiş.
 
“MEZOPOTAMYA VE ANADOLU KÜLTÜRÜNÜN 
GENETİĞİNDE ‘SANATÇI’ KİŞİLİK VAR”
Çocukluğumda, bu “Kilam”ların söylendiği “Şevbihêrk” dediğimiz halk buluşmalarında bulunmayı çok severdim. “Kilam”ları büyük bir coşku ve merakla dinler, anlattıklarını zihnimde canlandırıp bir film gibi izlerdim. Ayrıca dedemin kardeşinin ikinci eşi Pîro Zerîf’ten (Zarife Nine) dinlediğim hikâyeler de beni oldukça etkilemiştir. Sanata yönelimimi, bu “Kilam”ların resim yeteneğimle buluşması tetikledi diyebilirim. Tabi Kürtlerin renklerle olan genetik boyuttaki ilişkisinin de bu yönelimi önemli bir ölçüde etkilediğini düşünüyorum. Evimizdeki rengârenk dokumaları ve örgüleri büyük bir dikkatle inceler hatta neredeyse her evin avlusunda rastlayabildiğimiz kilim tezgâhlarını ve o tezgâhlarda yapılan dokumaları büyük bir heyecan ve merakla izlerdim. Tüm bunları topladığımızda, Mezopotamya ve Anadolu kültürünün genetik yapısında var olan “sanatçı” kişiliğin benim yetenek ve meraklarıma yaptığı etki, sanat yolculuğumun başlamasında büyük rol oynadığını söyleyebiliriz.
 
- İstanbul serüveniniz?
“SANATTAN 7 YIL AYRI DURABİLDİM”
İstanbul da Mezopotamya ile Anadolu gibi beni kendi içine çeken, ruhumla bütünleştiğini hissettiğim bir şehir. Buraya ilk kez 1985 yılında üniversite sınavlarına giriş için gelmiştim. Bir sonraki yıl, özel yetenek sınavıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisine girdim ve İstanbul’da yaşamaya başladım. Fakat çok kısa bir süre sonra akademiden ayrıldım ve Batman’a geri döndüm. Demin de bahsetmiş olduğum 90’lı yıllardaki kirli savaş nedeniyle 1991 yılında zorunlu olarak İstanbul’a göç ettim ve burada ticaretle uğraşmaya başladım. 7 yıl boyunca resimden ve sanattan ayrı bir hayat kurmayı denedim ama olmadı ve 1997 yılında Beyoğlu’ndaki ilk atölyemi kurup bir karavanla Türkiye gezilerine başladım. 2003 yılına kadar tarihi yapı ve eserleri, el sanatlarını, yaşam biçimlerini, yemekleri ve daha birçok farklı kültürleri araştırıp incelediğim, gittiğim yerlerdeki çocuklarla gündelik resim atölyeleri de yaptığımız Türkiye gezilerim boyunca birçok mitolojik efsane derledim. 

 
- Bir dönüm noktanız var mı?
2003 Yılında o güne kadarki en büyük sergimi “Karanlıktan Sonraki Renkler” başlığıyla AKM’de açtım ve bu sergi hem sanat hem de İstanbul yaşamımda bir dönüm noktası oldu. Türkiye sanat camiasıyla bu sergiyle birlikte tanıştım. Yine bu sergide tanıştığım Coşkun Aral’ın ekibine sanat yönetmeni olarak dâhil oldum ve “Haberci Türkiye’nin Renkleri” belgeseli kapsamında gezilerime devam ettim. 2005 yılında ise “Güneşin İzinde” sanat yoğunluklu kendi belgesel projemi hayata geçirdim ve 2009 yılına kadar 60’a yakın ili dolaşarak 1997 yılında başladığım gezilerim süresince neredeyse tüm Türkiye’yi dolaşıp bu gezilerimde yanımda götürdüğüm 60’a yakın sanatçı ve sanat tarihçiyle 200’e yakın sanat etkinliği gerçekleştirdik. 2010 yılında “Güneştekin Sanat Merkezi” adıyla kendi sanat merkezimi kurdum ve çalışmalarıma burada devam ediyorum.
 
- New York Marlborough Gallery sergisine nasıl davet edildiniz?
Bu serüven Karaköy’deki Antrepo No. 3’te 06 Kasım-30 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleştirdiğim “Yüzleşme” sergimle başladı diyebilirim. Sergi tarihleri, Contemporary İstanbul uluslararası çağdaş sanat fuarının 7. ‘sinin düzenlendiği tarihleri de kapsıyordu. Marlborough Gallery bu fuardaki sergisi için Türkiye’ye gelmişti. Antrepo No. 3’teki sergim de Türkiye’den ve bazı uluslararası kesim tarafından takip ediliyor hakkında önemli yayınlar yapılıyordu. The New York Times muhabiri Susanne Günsten de bu sergiyi ziyaret edenler arasındaydı. Günsten’in, sergiyi ziyareti sırasındaki izlenimlerini içeren makalesi, şimdiki adı “International New York Times” olan o zamanki adıyla International Herald Tribune’de tam sayfa olarak yayımlanmıştı. Galeri direktörleri Susanne Günsten’in bu haberini okuduktan sonra merak edip beni araştırmışlar. Galeri Artist’in sahibi Dağhan Özil de kendilerine beni önerip bir kataloğumu hediye etmiş. Sonrasında sergiyi ziyarete geldiler. 8 Mayıs 2013’te yaptığımız özel bir imza töreninin ardından da galerinin sanatçıları arasına katılmış oldum.
 
- Serginizin yankıları nasıl oldu?
Galeri bünyesinde katıldığım ilk sanat etkinliği 8. Contemporary İstanbul uluslararası çağdaş sanat fuarı kapsamındaydı. Düzenlenmeye başladığı 2006 yılından itibaren her yıl kişisel sergi düzeyinde yer aldığım fuara bu yıl galerinin fuar kapsamındaki sergisiyle katıldım. Sonrasında 25 Kasım 2013-5 Ocak 2014 tarihleri arasında da Marlborough bünyesindeki ilk kişisel sergimi galerinin New York’taki merkez galerisinde gerçekleştirdim. Yine bu sergi döneminde 5-8 Aralık tarihleri arasında gerçekleştirilen ve dünyanın en saygın sanat organizasyonları arasında gösterilen Art Basel’in “Miami Beach” fuarına da galeri bünyesinde katıldım.
Sergi kataloğunun metinlerini, dünyanın ve ABD’nin en önemli sanat tarihçi ve eleştirmenlerinden Donald Kuspit’in kaleme almış olmasını, yıllardır yoğun bir emekle sürdürdüğüm çalışmalarımdan elde ettiğim sonuçların evrensel çapta kabul gördüğünün yüksek sesli bir ifadesi olarak görüyorum. Bunun yanında serginin yazılı, basılı, dijital ve sosyal medya yansımaları da yine bu kabulün başka bir ifadesi olarak yansıdı. New York sergisindeki eserlerin büyük bir kısmının daha açılış saatinde New York’un ve ABD’nin önemli koleksiyonlarına dâhil olması, gerek Contemporary İstanbul gerekse de Art Basel Miami Beach fuarında da eserlerin aynı ilgiyle kısa sürede önemli koleksiyonlara dâhil edilmesini bu yansımaların hem nedenleri hem de sonuçları arasında görüyorum.
 
Tabi bu sergilerden olumlu yansımalar elde etmemizin arkasında çok ciddi bir organizasyon ve destek var. Hem Kültür ve Turizm Bakanlığı hem de Dışişleri Bakanlığı, gerek Türkiye’de gerekse konsolosluk ve Ataşelik temsilcilikleri üzerinden New York’ta oldukça kapsamlı ve etkili bir destek sundular. Ayrıca Altınbaş Mücevherat da bu yolculuğumda ciddi katkılar sundu. Altınbaş’ın sergi dolayısıyla Türkiye’den önemli isimleri davet edip ağırlaması ve şahsım onuruna bu davetlilerle birlikte New York’un da seçkin simalarının katıldığı çok özel bir kutlama yemeği vermesi bu büyük organizasyonun başarısının ardındaki önemli faktörlerdir.
 
 
- Son olarak, yurt dışında açacağınız başka sergiler var mı?
TASARIMLARI MÜCEVHER KOLEKSİYONU OLUYOR
Henüz kesinlik kazanmamış olmakla birlikte büyük bir olasılıkla Amerika başta olmak üzere Roma, Amsterdam, Madrid, Barcelona ve Basel’de kişisel sergi planları yapıyoruz. Bu kişisel sergiler yanında tabi ki yıl içinde gerçekleştirilecek olan dünyanın önemli sanat organizasyonlarında da yine Marlborough Gallery bünyesinde yer alacağım. Ayrıca Altınbaş Mücevherat’la başlamış olduğumuz çok özel sürpriz bir projenin çalışmalarına da bu yılın ilk günlerinde başladık. Bu proje, Altınbaş Mücevherat’ın benim tasarımlarımı uygulamasıyla ortaya çıkacak olan bir mücevher koleksiyonundan oluşuyor. Bu koleksiyon, referans alındığı efsanelere ait tabloların yer alacağı sergilerle tüm Türkiye’yi dolaşacak.