Bir zamanlar çok sevimli iki kardeş varmış, onları tanıyan herkesi hayrete düşürecek kadar da akıllılarmış.
 
Okuldaki ve etrafındaki bilgiler onlara yetmez olmuş. Daha fazlasını öğrenmeleri için, annesi onları bilge bir adama götürmüş.
 
Kardeşler, bilgeye pek çok soru sormuşlar ve her defasında kendilerini tatmin edecek cevaplar almışlar. Bu durumdan memnun kalan çocuklar, bir süre daha bilgenin yanında kalmaya karar vermişler.
 
Bilgeden aldıkları cevaplarla mutlu olan kardeşler, bir süre sonra bu işten sıkılmaya hatta öfkelenmeye başlamışlar. Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım diye düşünmüşler.
 
Kardeşlerden biri “Buldum” diye haykırmış. “İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilgeye soracağım. Avucunun içinde bir kelebek var, canlı mı, ölü mü?
 
Ölü derse, kelebeği bırakacağım, canlı derse, avucumu hafifçe bastıracağım. Böylece her iki durumda da bu sorunun cevabını bilemeyecek.”
 
Kardeşlerden biri kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış ve sormuş…
 
“Avucumun içinde bir kelebek var, canlı mı, ölü mü?”
 
Bilge, uzun bir süre çocuğun gözlerine bakmış ve cevaplamış:
 
“Senin ellerinde evladım, senin ellerinde…
 
Canlı kalması da senin elinde ölü olması da…”
 
Şimdi lütfen siz de yapın! Avuçlarınızı birbirine değecek şekilde kapatın ve ellerinizi uzatın, olmak istediğiniz yerde misiniz, diye yaşamınıza bir bakın.
 
Kurtarılmayı bekleyen bir köle misiniz, yoksa her durumda uçacağına inanan bir perperik misiniz?
 
Avuçlarınızın içinde istediğiniz yöne doğru şekil almayı bekleyen bir yaşam var.
 
Evet, doğmak bir kader, seçme şansımızın olmadığı bir kader, tıpkı ölüm gibi. Fakat ikisi arasındaki yolu şekillendirmek elinizde...
 
Huzurunuz…
 
Neşeniz…
 
Mutluluğunuz…
 
Aşkınız…
 
Dostluklarınız…
 
Hayalleriniz…
 
Geleceğiniz…
 
Elinizde, avuçlarınızda.