Memur sendikalarının tıpkı işçi sendikaları gibi toplu hak arayışları elbette ki yurdum demokrasisi adına takdir edilir bir durumdur. Ancak bir şeyler rayına otururken elbette ki aksaklıklar da meydana gelebilir. Bunu da tolere edebilmemiz lazım.
Geçen gün bir öğrenci velisi bu konuda bir serzenişte bulundu
Öğrenci Velisi; Sayın Gazeteci, size bir şey anlatmak istiyorum, lütfen yayınlayın. Benim kızım ilkokul birinci sınıfa geçti. Okula hocasıyla görüşmeye gittim. Benim bildiğim okul öğretmenleri kılık kıyafeti düzgün, saçı-sakalı bir devlet memuruna yakışır vaziyette olmalıydı. Adam kirli sakal diye tabir edebileceğimiz bir sakal ile beni karşıladı. Sordum, sakallı hoca olur mu? diye, bana “sendikalıyım” dedi. Tıpkı rahmetli Kemal Sunal gibi bende “Harranliyem, Batmanlıyım” diyesim geldi. Ben anlamıyorum, öğretmen dediğin sinekkaydı tıraşı olacak. Adam, karşı tarafa güzel bir profil sunacak. Neymiş efendim, kılık kıyafete uymamak serbestmiş. Ben şahsen üzüldüm. Devletin memuru devleti temsil etmez mi? Sen devlet memuruysan ve sakal bırakacaksın o zaman kılık kıyafet serbestîsi var diye sarıkla git Milli Eğitime. Eğer cübbe de giyeceksen git cami de imam ol, din konusunda âlim ol. O zaman yaptığın iş ile bağlantılı olduğundan hem şaşırmam, hem de saygı duyarım. Ama bir karış sakal ile benim minik kızıma ders vermen doğru değil.
Öğrenci velisinin bu serzenişine siz ne dersiniz bilmiyorum ama dediğim gibi hak-hukuk arayışında sendikalaşmanın, sivil toplum örgütü bünyesinde birleşmenin faydası olduğuna inananlardanım.
Geçenlerde bir Vali’nin eleştirdiği ve sonrasında kalp krizi geçirip hayatını kaybettiği bir eğitimcimizin olayını okumuş, üzülmüştüm. Buna benzer bir vakaya da ben şahit oldum;
Kaymakam bir okula gitmişti. Bizlerde basıncılar olarak oradaydık. Lise öğretmenlerinden birisi ki okul müdür yardımcısıydı Kaymakama çok da ilgi göstermekteyken kaymakam bir anda sinirlerdi. Sadece kravatı biraz yerinden kaymıştı. Hava sıcak ve bunalan bir eğitimci kardeşimizin kravatı milimetrik düzlemde biraz kaymış diye adama ne fırçalar atmıştı. Bir insanın öğrenci ve öğretmen arkadaşlarının bulunduğu bir ortamda böylesine azarlanması çok da doğru bir yaklaşım olmasa gerek.
Vali tarafından azarlandığı için yürüyüş yapan ve kalp krizi geçiren o hocamız da yukarıda anlattığım hoca da değerli eğitimcilerimizdir. Onlar olmasa belki biz yine var olurduk ama cahil ve belki de psikopat tipler olarak.
Valiyi de, Kaymakamı da bu günlere getiren kişiler elleri öpülesi eğitimcilerimiz değil mi?
Ancak şu kılık kıyafet konusunda biz de biraz adapte olamadık bu yeni duruma, galiba. 
AÖF sınavında görevli bir ilkokul öğretmeni kot pantolon, deri ceket, kirli sakal ile bir eğitimciden çok “Motocross” yarışçısına benziyordu. (Gerçi hem öğretmen ve hem de motor sevdalısı da olabilir)
Ya da biz orta kuşağın algısında hala 80’li yılların öğretmen profili olduğundan böyle düşünüyor da olabiliriz. Hababam Sınıfının meşhur Mahmut Hocası tarzı.
Ama serbestlik de bir yere kadar olmalı, da diyebilirsiniz.
Sınır nerede, sorusuna kim cevap verecek? diye de meraklanabilirsiniz.
Mini etek ve çarşaf iki ayrı uç nokta kabul edilirse, bir bayan hocamızın “ben serbestim arkadaş” ifadesine, sen haksızsın deme hakkımız olur mu?
Belki Üniversitede görev yapan hocalarda Milli eğitim hocaları gibi bir standart istenemeye bilir. Çünkü üniversitede okuyan öğrenci 20’li yaşlardadır ve bazı şeyleri daha iyi fark eder
Ama 6 yaşındaki bir öğrenci, üniversitedeki bir öğrenci gibi olgun değil ki
Her şeye rağmen bu konuda da taşların zamanla yerine oturacağını düşünüyorum
Hazreti Ali’nin dediği gibi bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum.
Sakallı da olsa, yırtık kot pantolonlu da olsa, tüm hocalarımızın karşısında saygıyla eğiliyoruz