Kürtçeye özgürlük olmadan, Kürde özgürlük olmaz



*Avukat Ahmet Sevim Türkiye'de tartışmada olan Anayasa için, “Anayasa değişikliği konusunda söz söyleyebilecek, siyasi parti veya sivil toplum örgütleri adına, Anayasa çalışmalarına katılabilecek birçok kişi şu an cezaevinde. Kim, neyi, nasıl söyleyecek. dedi.
 
*Avukat Sevim, “Almanya’daki Türk için istenilen ana dilde eğitimin, Türkiye’de Kürde fazla görülmesinin hiçbir siyasi ve ahlaki temeli yoktur. Bu hak gaspıdır. Bu nedenle ana dilde eğitim, Kürtler için yeni Anayasa’da olmazsa olmazlardandır. Kürtçeye özgürlük olmadan, Kürde özgürlük olmaz” diye çarpıcı açıklamalarda bulundu.
 
*Avukat Ahmet Sevim, Yeni bir Anayasa ile ilgili düşüncelerini Melek Barış’a anlattı.
 
Melek Barış: Anayasa nedir, neyi belirliyor?
 
Ahmet Sevim: Anayasalar, birey ve toplumların temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alan ve devlet teşkilatının yapısını ortaya koyan temel metinlerdir. Bu nedenle, tüm diğer yasaların üzerinde bir anlam ve hüküm ifade ederler. Hiyerarşik olarak Anayasa, diğer tüm yasa ve mevzuatın üstündedir. Diğer bütün mevzuatlar Anayasa’ya uygun olmak zorundadır. Anayasacılığın temeli, ortaçağda kralların ya da gücü tekelinde tutan kişilerin, yani monarkların gücünün sınırlanması ve hakları onların inisiyatifinden kurtarma çabası olarak ortaya çıkmıştır. Anayasa bugün de, temelde aynı işlevi görür. Kamu gücünü kullanan iktidarları ve kurumları sınırlar. Başlıca amacı budur ve hatta devlet teşkilatının yapısı da, esasında bu amaç gözetilerek belirlenir. İyi bir Anayasa, iyi bir devlet, özgür birey ve toplumların vazgeçilmez koşuludur. 
 
- Anayasa’nın Türkiye gündeminde bu kadar konuşuluyor olmasının nedeni nedir?
 
Türkiye’nin kuruluş felsefesi, kurulduğu dönem dünyasının genel hastalıklarından etkilenmiş ve korkular üzerine inşa edilmiştir. Bu korkuları halka da aşılayarak toplumu zapturapt etmek neredeyse bu devletin temel siyasi yöntemi olmuştur. Bu siyasi gelenek doğal olarak Anayasa’ya ve tüm hukuksal metinlere de sinmiştir.  Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte kurulan neredeyse tüm ulus devletler çok daha hızlı bir şekilde bu hastalıklardan kurtulup demokratik bir sürece evirilmişken, Türkiye bu korkularını günümüze kadar taşımış, bu da topluma ağır bedeller ödetmiştir.  Artık bu anlayışın devam etmesinin sosyolojik olarak da imkânı yoktur. Bugün bireyler, kendilerini sadece aynı devlette yaşayan diğer bireylerle kıyaslamıyor, dünyanın herhangi bir yerinde, her hangi bir insanın yaşam kalitesi ve özgürlüğü, bir başkası için de emsal olabiliyor.  Hak ve özgürlüklerimiz yasak duvarlarına toslayınca artık bu yasakların dayanağı olan Anayasa’nın tartışılmaması imkânsızdır. Bu tartışma tamamen Anayasa’nın öneminden kaynaklanmaktadır ve bu iyi bir şeydir.
 
- Bütün toplumun kendisini daha özgür hissedebileceği bir Sivil Anayasa nasıl hazırlanmalı?
 
Türkiye toplumu etnik yapısı, inançları ve düşünceleri ile çeşitlilik arz etmektedir.  Bugüne kadar farklı oranlarda da olsa bu toplumun tamamı bahsettiğimiz sıkıntılardan nasibini almıştır. Türk’de, Kürt’de dindarı da Alevisi de mutlu olmamıştır. Bu nedenle yeni Anayasa Türkiye toplumunun tüm kesimlerinin sorunlarını dikkate alacak bir anlayışla hazırlanmalıdır. Toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak bir Anayasa hazırlamak hem çok zor, aslında bir bakıma da kolay bir iştir. Zordur, çünkü toplumu oluşturan farklılıklar kendi içine kapanarak sadece kendi hassasiyetlerini güvenceye alan bir Anayasa talep edebilirler.  Siyasal aktörler de 'Hak'kın değil 'Güç'ün cazibesine kapılmaya daha meyyaldirler. Neredeyse toplumun tamamı yeni ve özgürlükçü bir Anayasa’nın en temel ihtiyaç olduğu konusunda hemfikir iken Anayasa yapma sürecinde ‘Öteki’nin de sesine kulak kabartan ve dikkate alan bir anlayış gelişirse Anayasa’nın yapılış süreci de, Anayasa’nın kendisi de hem daha kolay hem de daha demokratik olur. Anayasa yapma sürecinde oluşan bu atmosferin, aslında tüm toplum için öğretici, demokratik değerleri geliştirici bir tarafı da var. Yoksa Anayasa yapıldıktan sonra toplum yepyeni bir güne uyanmaz. İşin bu yönü toplumu ilgilendiren kısmıdır.
 
Anayasanın yapılması süreci, yapılma biçimi, içeriği, sonrasında tüm mevzuatın bu Anayasa’ya göre düzenlenmesi uzun ve sıkıntılı bir süreçtir. Bir de parlamentoyu ilgilendiren yönü var ki, bana göre esas sorunlu kısım budur. Şu anda mecliste neredeyse Türkiye’nin tamamının temsil edildiği bir tablo var. Fakat fikrimce şu an mecliste yapılan Anayasa çalışması, toplumun beklentilerinin çok altında ve sadece bir komisyona havale edilmiş durumda. Komisyon günlük siyasi sorunlardan etkileniyor ve esas yapması gereken işin, nitelik olarak çok altında bir iş yapıyor. Hâlbuki yeni bir Anayasa çalışması sırasında ‘Yol temizliği’ diye ifade edilen, düşünce ve eylem özgürlükleri önündeki engeller kaldırılmalı ve bireyler, gruplar her hangi bir kaygı duymadan önerilerini, isteklerini demokratik yollarla açıklayabilmeliydi. Maalesef bu süreçte, düşünce ve eylemler özgürlüklerden istifade etmiyor. Bu konuda sorumluluk hükümete aittir. “Öneri sunun, Talepte bulunun” demekle olmuyor. Öneri sunmanın, talepte bulunmanın özgür koşulları yeterince oluşturulmuş değil.
 
- Peki, yeni bir Anayasa’nın hazırlanmasında özellikle kimler veya hangi kesimler yer almalı?
 
Özellikle bölgemiz için söylüyorum, Anayasa değişikliği konusunda söz söyleyebilecek, siyasi parti veya sivil toplum örgütleri adına Anayasa çalışmalarına katılabilecek birçok kişi şu an cezaevinde. Kim neyi nasıl söyleyecek. Anayasa tüm toplumu tepeden tırnağa etkileyen düzenlemelerdir. Dolayısıyla etkilenen herkesin, yani bütün toplumun gerek Anayasa yapma sürecinde, gerekse sonrasında görüş bildirmesi gerekir. Görüş bildirmesi gerekir diyorum, çünkü demokrasi pratiğimiz görüş soran, dikkate alan bir pratik değil. Bu hususta toplumsal bir kesimin diğerinden daha üstün bir hakkından söz edilmez. Herkesin birey olarak, topluluk olarak, cemaat olarak, sivil toplum örgütü olarak beklentilerini dile getirme hakkını kullanması gerekir. Ancak daha önce temel hak hürriyetlerini Anayasa’da görememiş, anayasal düzenlemelerden görece mağdur olmuş kesimler, yine bir üstün hakka dayanarak değil, sağlıklı bir Anayasa yapma tekniği açısından daha fazla söz söylemeli ve daha dikkatli dinlenmelidir.
 
Anayasa yapmak teknik bir iş olarak görüldüğünden, bu konuda söz söyleme hakkının siyasetçide, hukukçuda olduğu gibi bir anlayışı vardır. Siyasetçiler, hukukçular Anayasa’nın yapım tekniğini bilebilirler ancak toplumun ve bireylerin ne istediği konusunda onlar yerine konuşma hakkına sahip değildirler. Yeni bir Anayasa’nın yapılması sadece siyasetçilere ve hukukçulara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Eğer siyasetçilere bırakılırsa, onlar için en kolay siyaseten uzlaştıkları yoldur. Bu yöntem çoğu kez toplum beklentilerinin karşılanmasından uzak bir sonuç doğurur.
 
Anayasa’nın toplum ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için herkes ya da her kurum farklı işlevler görebilirler. Memurlar ve işçiler çalışma koşulları, örgütlenme, toplu iş sözleşmesi, grev gibi çalışma hayatını düzenleyen konularda, dini cemaatler, azınlık cemaatleri, aleviler inanç özgürlüğü konusunda, çevreci örgütler; sağlıklı bir çevre konusunda, STK’lar düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, üniversiteler, barolar hâsılı toplumun her kesiminin söz söyleyebileceği bir alan var. Aslında bu süreçler adeta bir “Demokrasi Karnavalı” havasında geçmeliydi.
 
- Yeni Anayasa, toplumun bahsettiğiniz ihtiyaçlarına nasıl cevap verebilir. Bu Anayasa’dan beklentileriniz nelerdir?
 
Anayasa bireyleri ve grupları değil, kamu gücünü kullanan kişi ve kurumları sınırlamalı. Mevcut Anayasa ve zihniyet dünyasında haklar ve özgürlükler devletin varlığı ve ona yüklenen ideolojik tanımlar mevzubahis olduğunda daraltılabilir, vazgeçilebilir değerler olarak görülüyor. Haklar ve özgürlükler ne kadar geniş olursa, devlet o kadar zayıflayacak gibi bir anlayış var. Anayasa, temel hak ve hürriyetleri güvence altına alacak evrensel kriterler taşımalı. Türkiye toplumunu oluşturan tüm kesimlerin, birini diğerine yeğlemeden, farklılıklarını dikkate alan ve bu farklılıkları tehlike olarak görmeyen bir anlayış gerekmektedir.
 
Peki, bu anlayış Anayasada nasıl somutlaşabilir?
 
Devlet bireyleri tanımlamaktan vazgeçmeli. Çünkü “Her tanım biteni söyler”  Hâlbuki bir tek kimliğin örneğin: Türk olmanın, Müslüman olmanın bireyler nazarında binlerce anlamı vardır ve bu kavram ve kimlikler canlıdır. Birey olarak kendimizi tanımladığımız bir kimliğin içini bugün başka, yarın başka türlü doldurabiliriz. Türkiye’nin Anayasa geleneği devleti tanımladığı gibi vatandaşını da tanımlayan ve sınırlayan bir anlayışla maluldür. Mevcut Anayasa'ya göre, herkes Türk, Laik, Kemalist, Milliyetçi vs olmak zorunda. Çünkü devlete göre kâmil olan tamamlanan kimlikler bunlardır. Aksi takdirde özgürlüklerden istifade etmeniz mümkün değildir. Bu nedenle, yeni Anayasa’da vatandaşların milliyetlerine, inançlarına, düşüncelerine atıf yapan her hangi bir ibare bulunmamalı, bireylerin vatandaşlık bağı her türlü özgürlükten faydalanmak için yeterli görülmelidir. Hatta bugüne kadar sorunlu olan; ana dilde eğitim gibi, bireylerin dilediği gibi dini eğitim alması gibi konularda yine herhangi bir ırka ve dine gönderme yapmadan özgürlüklerin altı özellikle çizilmelidir ki, bu özgürlükleri sınırlayan hiçbir anlayış, özgürlükler konusunda mazeret üretemesin.
 
“Makbul vatandaş” tanımı yapmayan bir Anayasa, toplumu rahatlatacağı gibi, devleti de rahatlatacak. Devlet farklı düşünce, inanç ve kimliklerin mücadele alanı olmaktan çıkacaktır. Bu durumda; modern dünyanın devlete yüklemiş olduğu fonksiyonlar daha rahat bir şekilde icra edilebilecektir.
 
Anayasa’nın ilk dört maddesinde herhangi bir değişiklik yapılacağına inanıyor musunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu gücü kendinde görebilecek mi?
 
Anayasalar kutsal metinler değiller. Yapıldıkları dönemin ruhunu taşırlar. Bu nedenle, ‘değiştirilemeyecek’ maddenin varlığının kabulü demek, sonuçta değiştirilemeyecek düşünce, inanç, yönetim biçimi anlamına gelir ki, daha baştan sorunlu bir yaklaşım olur. İlkesel olarak haklar ve özgürlükler dışında korunmaya değer, değiştirilemeyecek bir hiçbir şeyin olmadığına inanıyorum. TBMM’nin ne yapabileceği konusuna gelince, meclisteki hiçbir partinin, devletin yönetim şeklinin Cumhuriyet oluşu, bayrakla, başkent ile sorunu yok. Ancak herkesi tatmin edecek bir çözümün mümkün görünmediğini belirtmekle birlikte bu konularda kısmi değişiklik olabileceğini düşünüyorum. Yoksa devletin tanımını yapan 2. maddedeki Atatürk Milliyetçiliği ve başlangıç bölümünde belirtilen temel ilkelerin değiştirilmemesi durumunda Anayasa değiştirilmiş olmaz.
 
- Parlamentoda dört parti var. Bu dört partinin yeni Anayasa konusunda uzlaşacağına inanıyor musunuz?
 
Kısmen sorunlu görsem de, parlamentoda toplumun neredeyse bütün kesimleri bir şekilde temsil ediliyor. Yıllardır Anayasa değişikliği ciddi bir ihtiyaç olarak herkesçe dile getiriliyor. Meclisteki dört partinin tümünün Anayasa’da bir bütün olarak uzlaşacağı konuların sınırlı olduğunu düşünüyorum. Uzlaşı sağlanacak konular daha çok tali konulardır. Ancak esaslı konularda, birbirinden çok farklı tutumlar var. Haklar ve özgürlükler meclis aritmetiğine kurban edilmemelidir. Bu konuda yarattığı büyük beklenti nedeniyle ahlaki yükümlülük hükümettedir. Toplum Anayasa’nın etnik, siyasi, ideolojik prangalarından kurtarılmasını beklerken, kamu gücünün “Muhafazakâr Demokrat” bir nesil yetiştirilmesi için kullanıldığı itirafını duymak toplumda ciddi bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Ne kadar milletvekili varsa otomatikman o kadar haklı ve doğru olunmaz. Yine; “Cumhuriyetin kurucu partisi” olmak da devletin sahibi ve toplumun denetleyicisi olma hakkını kimseye vermez. Makul bir uzlaşı için, temel hak ve özgürlükler dışında ön kabulsüz, ön şartsız bir yaklaşım gerekir. Ancak bu konuda siyasi partilerin, mevzi kaybetmeme ya da yeni mevzu kazanma anlayışı ile hareket ettiğini düşünüyorum. Bu nedenle makul bir uzlaşı zor…
 
- Özellikle Kürt vatandaşlarımızın yeni Anayasadan beklentileri nelerdir?
 
Yeni Anayasa konusunda Türkiye toplumunda belki de en büyük beklenti Kürtlerde oluşmuştur. Çünkü varlığı inkâr edilen Kürt’lerin, ilginçtir adeta yokluğu Anayasa ve yasadaki düzenlemelerle pekiştirilmiştir. Tabi bu durum diğer etnik gruplar için de geçerlidir. Ancak Kürtlerin durumu daha travmatiktir. Bu nedenle Kürtlerin beklentileri yüksek.
 
Devlet ile vatandaş arasındaki ilişki hukuki bir ilişkidir. Sadece kardeşiz demekle sorun çözülmez ki. Kardeşlik söylemi devlet dili olamaz. Devletin vatandaşlarını kardeş kılma görevi yoktur. Kardeşlik tamamen sivil alanın, derneklerin, vakıfların, cemaatlerin işidir. Devletin Kürt vatandaşları ile ilişkisinin normalleşmesi için Kürtlerin haklarının anayasal ve hukuksal güvencelerden istifade etmesi gerekir. Kürtler açısından beklentiler daha çok vatandaşlık tanımı, anadil ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konularında yoğunlaşmış vaziyette.
 
- Yeni Anayasada vatandaşlık tanımı nasıl olmalıdır?
 
Yeni Anayasa’da Kürtlük, Alevilik vs gibi vurgular yapılmasını kimse beklemiyor ancak Anayasa’da Türklük vurgusu, milliyetçilik gibi vurguların çıkarılması ve yerine tüm hakları donanmış bireyi esas alan bir vatandaşlık tarifi gerekmektedir. Bireyi ve özgürlüğünü esas aldıktan sonra, kişinin Türk, Kürt ya da Hıristiyan olmasının bir önemi kalmamış olacak. Sağlıklı bir vatandaşlık tanımı, sağlıklı bir devlet ve vatandaş ilişkisi için zorunludur. Devletin vatandaşlarının tamamının Türk olmadığını kabul etmesi durumunda diğer tüm yasaları ayırımcı düzenlemelerden arındırmak zorunda kalacaktır.
 
- Ya anadil?
 
Anadilin günlük yaşamda özgürlükten istifade etmesi yanı sıra eğitim dili olarak kabul edilmesi bence tartışılamaz bile. Almanya’daki Türk için istenilen ana dilde eğitimin, Türkiye’de Kürd’e fazla görülmesinin hiçbir siyasi ve ahlaki temeli yoktur. Bu hak gaspıdır. Bu nedenle ana dilde eğitim, Kürtler için yeni Anayasa’da olmazsa olmazlardandır. Kürtçeye özgürlük olmadan, Kürde özgürlük olmaz.
                                
- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ilgili beklentiler…
 
Kürtlerin temel taleplerinden yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusu belki de en çok dirençle karşılaşacak konulardandır. Çünkü en küçük bir düşünce farklılığını “bölücüklük”le tarif eden bir paranoya hala canlı. Ancak yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerel meclislerin kurulması, valiler dâhil yöneticilerin seçimle gelmesi, doğrudan demokrasi, halkın yönetime daha fazla katılımı açısından tüm Türkiye için gerekli olan bir yöntemdir. Türkiye’nin merkeziyetçi hastalıklarına karşı ciddi bir önermedir. Bu konudaki beklentiler sadece pratik ihtiyaçlardan kaynaklanmıyor, Türkiye bazı çekincelerle birlikte bu konuda uluslar arası sözleşmelere taraf olmuş durumda. Bu talep daha çok Kürt siyasal hareketince dile getirildiğinden maalesef bu konuya önyargılarla yaklaşılmaktadır.
 
- Yeni bir Anayasa mevcut sorunlarımızı çözecek mi?
 
Anayasa’nın yeni olması sorunların çözümü için yeterli değildir. Bu Anayasa’nın özgürlükçü  (özellikle sivil demiyorum) bir Anayasa olması gerekiyor. Özgürlüğü esas alan bir Anayasa sorunların çözümünde ciddi bir rol oynar. Bu devlet mekanizmasının da, toplumdaki direngen unsurlarının da dönüşümünü ve gelişimini sağlar. Ancak yeni Anayasa, meclisteki kısmi temsil dengesine rağmen, toplumun beklentilerini ve ihtiyaçlarını karşılayamazsa çok ciddi bir zaman ve emek israfına yol açacaktır. Çünkü, mevcut Anayasa tüm yamalara rağmen toplumun oldukça gerisindedir ve her kesimce yeni bir Anayasa ihtiyacı açıkça dile getirilmektedir. Bu toplumsal konsensüs ve meclis yapısı ile çıkacak Anayasa’dan sonra bizim neslimizin yeni bir Anayasa görmesi neredeyse mümkün olmayacaktır. 30 yıldır tartışılan bu Anayasa’yı ancak değiştirebiliyoruz. Dolayısıyla; “Yeni” ve “Sivil” bir Anayasa olacak bu Anayasa’nın temel niteliğinin özgürlükçü ve demokratik olması gerekir ki, sorunların çözümü mümkün olsun.