Ne güzeldi köyümüz...

Ne güzeldi köy yaşamı...

Köyümü öyle özledim ki bilemezsiniz...

Köyümüzün temiz mi temiz havasını yeniden solumak, şırıl şırıl akan derelerinden kana kana su içmeyi özledim...

Rengarenk kelebeklerin özgürce uçtuğu köyümün kırlarını özledim...

Hele köyümün baharlarını öyle özledim ki...

Köyümüze İlkbahar gelince, yüzümüzde güller açardı...

Baharın gelişini önce derelerin şırıltılarından anlardık...

Batman ortamında doğan ve büyüyen talihsiz çocuklar, ne yazık ki şırıl şırıl akan dereleri görmüyor ve bilmiyorlar bile...

Köyümün baharlarını hatırlıyorum. Otlar yeşerip toprağı yemyeşil bir örtüyle kaplarken, ağaçlar tomurcuklanıp çiçek açardı...

Beyaz ve pembe çiçekler...

Beton kente hapsolduğumdan beri, baharın gelişini farkedemiyorum bile...

Diğer çocuk arkadaşlarımla bazen çobanlığa giderdik. Koyunları sağmayı bilen arkadaşlarım vardı. Elimize aldığımız tasla sağdıkları çiğ sütü bile paylaşır, sırayla içerdik...

Köydeki toprak damlı evde yatardık. Yatmadan önce gökyüzündeki yıldızları doyasıya izlerdik.

Köyümü özlüyorum...

Sonbaharda soğuklar başlamadan önce hicrete giden Turnalar, baharda dönerken köyümüzün üzerinden uçardı. Köy çocukları olarak toplu halde Turnalara Kürtçe şöyle seslenirdik; "Kulıngo rez, kulıngo rez." Yani; "Turnalar sıra olun, Turnalar sıra olun." Biz bunu söylerken birde bakardık ki gerçekten de sıraya dizilmişler. Çocuksu aklımız işte; bize uyduklarını sanırdık.

Turnalar, Turnalar, kente geldiğimden beri görmedim sizi. Sahi hala öbek öbek uçuyor musunuz?

Sıraya dizilmiş halde köyümüzün üstünden geçiyor musunuz?

Eğer geçiyorsanız, selam söyleyin köyüme...

Selam söyleyin 'Kulıngo Rez' diye size seslenen çocuklara...

İlkbaharda Kereng (Kenger) toplamaya giderdik. Ya o güzelim pivoklar? Pivok ve sivanoklar ile kerengleri toplamak için daha bahar gelmeden 'Gurç' dediğimiz sivri uçlu çubuklarımızı hazırlardık. Ucu sivriltilmiş ağaç parçasına demir bir perde-zırh geçirirdik. Gün boyu topladığımız pivokları bir şerit gibi boynumuza geçirip eve dönerken, köydekilere havamızı atardık...

Batman'da doğan çocuklar ne yazık ki kereng ve pivokları görmeden, bilmeden büyüyor...

Meşe ağaçlarının bir gelin gibi süslenmelerine yakın kuzu ve oğlakların doğum dönemi başlardı. Sık ağaçlar ve ormanlarla çevrili köyümüzde, yeni doğmuş berxık ve karıkları (kuzu ve oğlakları) toplamaya koşardık. Köy ormanında yeni doğum yapmış keçi ve koyunları aramak kadar güzel duygu olamazdı...

Doğumlarının üzerinden bir iki saat geçmeyen kuzu ve oğlaklar titreyerek ayağa kalkar, analarının sütünü mıkır mıkır içerdi. Sonraki günlerde oğlak ve kuzular için meşe yapraklarını toplardık. Hele topladığımız meşe palamutlarını bir bölük veya manga gibi sıraya dizerken yaşadığım duyguyu unutamam...

Süt sağıcıları olarak bilinen Berivanlar yola koyulunca, peşlerine takılır, daha fazla koyun sağdırma yarışına giderdik...

Ne güzeldi köyüm...

Ne güzeldi köy yaşamı...

Köyümü öyle özledim ki bilemezsiniz...

Köyümün ormanlarında daldan dala uçan sincapları hatırlıyorum. Hele o güzel gözlü baykuşlar, durmadan öten keklikleri unutamıyorum...

Büyüklerimizin ağaç kovuklarından çıkardığı yabani arı balının tadı hala damağımda. Bir parmak bal şeklinde bize sundukları balın tadını ömrüm boyunca bir daha tatmadığımı söyleyebilirim...

Köylerinden koparak kentlere hapsolan yüzbinlerce insanın benim gibi düşündüklerini, köylerini özlediklerini biliyorum. Büyük kentlerin varoşları, beton bloklarına hapsolan bu toplum olup çıktık...

Çiçeksiz, ağaçsız kentler çekilmez oluyor...

Kuş seslerini, derelerin şırıltısını duymayan, rengarenk kelebekleri görmeden büyüyen nesillerin ruh sağlığını bile tehlikede görüyorum...

Doğal yaşamdan uzak şekilde büyüyen çocuklarımızın mutlu olacaklarına inanmıyorum. Çocuklarımızın da o güzellikleri görmelerini istiyorum...

Bölgede yaşanan yangın en başta köylerimizi yaktı, viraneye çevirdi. O güzelim köyler boşaldı. Dünün üretken insanları şehirlerin varoşlarında çileli bir ömür tüketiyor...

Nice analar, babalar, dedeler biliyorum; köylerini andıkça gözyaşlarına boğuluyorlar...

Önce boğazları düğümleniyor, sonra yutkunmakta zorluk çekiyorlar...

Sonra gözyaşı pınarlarına hakim olamıyorlar...

İstanbul'a göç etmiş yaşlı bir vatandaşın haberini duymuştum. Ağır hasta yatağında iken köyünü özlediğini söylemişti. "Gurbet ellerde ölmek istemiyorum. Beni köyüme götürün" diyerek çocuklarına yalvarmıştı...

Bu köşenin acizane yazarı olarak çatışmalı ortam yüzünden köyümü terk etmek zorunda kalmadım. Benim ki ekonomik nedenlerdi. Çocukluğumun geçtiği köyü bu kadar özlüyorsam, zorunlu nedenlerle köylerini terk edenlerin halini varın siz düşünün...

Binlerce, on binlerce, yüzbinlerce ve belki de milyonlarca insanın köylerini özlediklerini, köylerinin hayalleri ile avunduklarını çok iyi biliyorum. Bu çatışmalı ortamda gerçekçi köye dönüş projelerinin olamayacağı gerçeği açıktır. Toplumun vebali barışı istemeyen, barışçıl ortama darbe vuranların boynundadır...