Yola çıktığımızda akşam olmak üzereydi. Yolculuk için en sevdiğim saatlerdi. Hafta sonunu köyde geçirmeye karar vermiştik. Bir gün de olsa oksijeni bol bir hava soluyacaktık. Taze sebze ve meyvelerden doyasıya yiyecek, yanına da nefis ayran içecektik. Hele tandırdan çıkan sıcak köy ekmeği yok mu, peynirle nefis oluyor...
 
Yaklaşık bir buçuk saatlik yoldan sonra köye varmıştık. Güneş yeni batmış, karanlık çökmek üzereydi. Bizi misafir edecek olan yakınlarımız, hava karardığı için merakla kapıda bekliyorlardı. Arabayı bahçe kapısına park ettikten sonra eve geçtik. Bir müddet sohbetten sonra bizler için özenle hazırlanmış olan sofraya oturduk. Doğrusu çok acıkmasam bile köyde genellikle iştahlıyımdır. Yemekten sonra üzerime bir ağırlık çökmüştü. Yol yorgunluğu da vardı tabi… Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Bir an önce damda tahtın üzerine serili olan yatağa geçmek için sabırsızlanıyordum. Damda yıldızları seyrederek uyumak çok keyifliydi.
 
Yazın köyde geceleri bir başka güzeldir. Ayın ışıltısı ruha romantizm katar, biraz da melankolik olur insan. Yıldızlar pırıl pırıldır. Her bir yıldıza göz kırparken, kendinden bir sır bırakırsın. Kayan bir yıldız görünce de hemen bir dilek tutarsın.
 
Evin çok yakınından geçen Batman Barajı havzası ise köye başka bir renk katıyor. Suların sessizliği bazen ürkütüyor, bazen de derin düşüncelere sürüklüyor.
 
Sabah horozların ötmesiyle uyanırsın. Horoz sesi köyün simgesi gibi... Kurulmuş bir saat gibi her gün aynı saatte ötmeye başlarlar. Ve sabah ezanıyla köyde yaşam başlar. Uyumak istesen bile buna fırsatın olmaz. Haziran ayında ekilen tütünü kırpma vaktidir. Sabah Namazıyla tütün kırpmaya başlarlar. Güneş doğuncaya kadar da devam ederler. Daha sonra kırpılan tütün ile eve dönerler ve destelenmeye başlar. Destelenen tütün şeritlerini kuruması için güneşe koyarlar. Kuruduktan sonra ambara alınır ve satılıncaya kadar da muhafaza edilir.
 
Tütünle uğraşmak neredeyse bütün bir günü alıyor. Ve bu işlerin yükü çoğunlukla kadınların sırtındadır. Bu arada süt sağmak, tavukları kafesten çıkarmak, evi silip süpürmek, yemek yapmak, çamaşır yıkamak, tandırda ekmek pişirmek her gün tütünün yanına verilen promosyon gibi rutin bir şekilde yapılan diğer işlerdir. Öyle yoğun çalışıyorlar ki akşam olduğunun farkına bile varmıyorlar.
 
Tütün çok zahmetli bir iş. Ekilmesi, koparılması. demet haline getirilesi,  kurutulması sonra da pazarlanması Haziran ayında başlayıp bir sonraki Mart ayına kadar devam ediyor. Bölgede tütün işletmeleri kapanmadan önce tütünden çok kazanıyorlarmış. Fakat şimdi tütün kazanç olmaktan çıkmış. Özel sektöre pazarlıyorlar. Emeklerinin karşılığını alamıyorlar. Bu nedenle tarlanın tamamına tütün ekmiyorlar. Az bir geliri olmasına rağmen en iyi bildikleri iş olduğu için hala tütünü tercih ediyorlar. Bölgede Çilek üretimi de yapılmasına rağmen birçoğu buna cesaret edemiyor. yenilik bir çok köylüyü korkutuyor. Doğrusu çileğin tadına ve kokusuna da doyum olmuyor.
 
Köyde en dikkat çekici durum ise kuma evliliğinin çok olmasıdır. Yaklaşık 30 haneli bir köy ve neredeyse bunun 15’inde kuma var. Genellikle köydeki herkes akraba. Hatta bizim misafir olduğumuz evde de kuma vardı. Sonradan gelen kuma yani ikinci kadın daha önceki evliliğinde de kumaymış. Eşi ölüp dul kalınca bu seferde ölen eşinin kuzeniyle evlenmiş ve yine ikinci kadın olarak kuma gitmiş. Çocukları hiç olmamış. Kumasından olan çocukları kendi çocuğuymuş gibi sevebiliyordu. İşin ilginç tarafı; ilk kadının hem annesinde hem de kız kardeşinde kuma varmış. “Kuma bir tek bende yok, annemin ve kız kardeşimin de kuması var” derken gülüyordu. Belki içinde fırtınalar kopuyordu ama belli etmiyordu. Anlayacağınız bir çok evde erkeğin iki eşi vardı. Ve kadınlar bunu artık çok doğal görüyordu. Sosyal paylaşım gibi bir şeydi. Kumaların kardeş gibi geçinmeleri ise işin enteresan yönüydü. Kuma evliliğini öyle çok kanıksamışlar ki, neredeyse kuma olmayan bir evi garipsiyorlardı.
 
Ne yazık ki yaşam onlar için tarla ve evden ibaretti. Kadınlardan biri sabah tarlaya gidiyor, diğeri ise ev işlerine koşuyor. Tarlaya daha çok birinci eş gidiyor, sonradan gelen eş ise evdeki işleri yapıyor. Düzenli bir iş dağılımı var. Fakat genellikle sonradan gelen kumanın sözü daha çok geçiyor, evin hanımı muamelesi görüyor.
 
Kadınların sosyal denebilecek hiçbir yaşamı yok. Tek sosyal yaşamları var, o da gece vakit bulabilirlerse televizyon izlemek. Onu da evin erkeği hangi kanalı izlerse, kadın da onu izler, tercih hakkı da yok. Öyle görünüyor ki bazı köylere kadın hakkı hukuku biraz zor gelecek. Önce erkeği sonra kadını bilinçlendirmek gerekecek. Fakat kadın kumayı kader gördüğü sürece ve erkek bilinçsizce dört hakkım var dediği sürece ciddi bir değişimden söz etmek biraz zor…
 
Kadınların kumalığı ateşten gömlek diye tarif etmelerini beklerken, her şeye boyun eğmiş hatta alışmış bir duruma gelmeleri doğrusu endişe vericiydi. Yaşamdan pek bir beklentileri yoktu. Tek istedikleri çocuklarının iyi bir eğitim almasıydı. Özellikle kız çocuklarının okuyup meslek sahibi olmalarını çok istiyorlardı. Böylece onların kaderini yaşamayacaklardı.
 
Erkekler kumalığı bir hak olarak görüyordu. Kadın ise kumalığı bir adetmiş gibi kabulleniyordu. Her ne kadar kadın bunun bir adet olduğunu göstermeye çalışsa da içsel derinliğinde bastırmaya çalıştığı derin bir isyan vardı.
 
Kumalık ne bir töre ne de gelenekti... Kumalık bölge insanına özgü bir durumda değildi. Kumalık şiddetin ve sömürünün bir biçimiydi. Erkeğin, kadının emeğini, bedenini sömürmesiydi. Kadın üzerinde tahakküm kurarak iktidarını sürdürmesiydi.