Ölüm soğuk olsa bile, kayıp daha zor bir durumdur. Ölenin yeri bellidir. Nerede olduğunu bilirsin. Ağlarsın belki uzun bir süre, en nihayetinde alışırsın belli bir zaman sonra. Takdiri ilahidir, teselli bulursun. Oysa kayıplarda yaşanan bu değildir. Nerededir, nasıldır bilinmez. Geçen her saniye acıdır, ızdıraptır. Bu duruma alışmak söz konusu değildir. Gözlerde yaş hep vardır. Umut, korku, burukluk yüreklerde kanayan yaradır.
Kayıp söz konusu olduğunda, nedense aklıma hep anneler gelir. Nasıl yaşarlar, bu duruma nasıl dayanırlar diye düşünmeden edemem. Her sabah umutlanıp, geceye tükenerek girmek… Beynini kemiren binlerce soru işaretiyle yaşamak ne zor bir sınav. Mevla’m yaşayanlara sabır versin. Duyumsamaya çalışmak bile çok zor. 
Hayatımızdan birden eksilirler. Evden çıkarlar ve bir daha dönmezler. Kullandıkları her eşya öylece duruyordur. Bir gün döneceklermiş gibi dokunmaya kıyamazsınız.  
Umut hep vardır fakat hiçbir şey eskisi gibi değildir artık. Doğal olmayan bir hayat başlar geride kalanlar için. Yaşama dair her şey ertelenir. 
Kayıp kişinin üzerindeki son kıyafeti, o günkü davranışları geride kalanlarca hep önemlidir. Onun son halidir. ‘O gün, Lacivert takımını giymişti, en sevdiği elbisesiydi, çok neşeliydi. O akşam, telaşlıydı, başına bir sıkıntı gelecekmiş gibi bir hali vardı. O gün sabah, kapıdan çıkarken bir daha gelmeyecekmiş gibi baktı. O gün, evden çıktığında hastaydı, psikolojisi iyi değildi, hiçbir şey yemedi.’ gibi sözler defalarca konuşulur. Ve son haller hiç unutulmaz. Bir kırgınlık, dargınlık veya kavga zamanına denk gelmiş ise kaybı, sebep olanlara inanılmaz öfke duyarsın.
An gelir bitmeyeceğini düşündüğün umutlar tükenir, acınla ilgilenenin sayısı da azalır, acılar daha da büyür. Teselli sözleri yetmez olur. Kapı her çaldığında o geldi diye koşarsın ama bir türlü beklediğin değildir. Havalar soğuduğunda ısınamazsın. Ne zaman şimşek çaksa, yağmur yağsa, fırtına kopsa üşüyor mu, diye düşünürsün. Oturduğun oda sıcaktır ama sen donarsın. Dışarılarda bir yerde canından bir parça vardır ama sen onu koruyamazsın. Hatırlayınca ağlarsın.
Bayramlar figana dönüşür. En kral sofralar onsuz matem sofrası gibi olur. Sevdiği yemekler boğazınıza dizilir, pişiremezsin. İçinde derin fırtınalar kopar ama avazın çıktığı kadar sen susarsın.  Bir yandan sahte gülücükler savrulur eşe dosta, öte yandan gözün pencerede, kulağın telefonda, kapıda...
Ne zaman kimliği belirsiz bir ceset bulunduğuna dair bir haber duyulsa, kalbin sıkışır, nefessiz kalırsın. Onun için sürekli dua edersin. En zayıf ümit ışığına bile kuvvetle sarılırsın. An gelir ölüsüne bile rıza gösterirsin.
Bugün, bu coğrafyada binlerce kayıp var. Binlerce yol gözleyen, hasret çeken var. Binlerce kayıp yaşam var.
Kimi okuldan gelecek olan çoğunu bekler.
Kimi kardeşini...
Kimi eşinin kapıyı çalmasını bekler.
Kimi evladının yolunu gözler.
Kimi babasını bekler.
Kimi sevdiğini…
Her kapı çaldığında beklenenler farklı da olsa, ne yazık ki figanlar aynıdır. Her kayıp yaşamda yaşananlar ise sessizliktir, duran zamandır, derin bir boşluktur.