Kadına yönelik artan şiddet vakaları ve hızla artan boşanma olayları evlilik kurumunun büyük bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Her geçen gün artan şiddet olayları ve istatistik kurumunun vermiş olduğu rakamlar adeta kırmızı alarm vermekte ve biran önce aile kurumu ile ilgili olarak gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır. Aksi takdirde ileriki yıllarda çok daha vahim sonuçlarla karşılaşabiliriz.

İstatistik kurumunun 2017 yılı boşanma oranları ile ilgili istatistikler şöyle;

Evlenen çiftlerin sayısı 2016 yılında 594 bin 493 iken 2017 yılında %4,2 azalarak 569 bin 459 oldu. Kaba evlenme hızı binde 7,09 olarak gerçekleşti. Boşanan çiftlerin sayısı 2016 yılında 126 bin 164 iken 2017 yılında %1,8 artarak 128 bin 411 oldu. Kaba boşanma hızı binde 1,6 olarak gerçekleşti.

Şiddet vakaları ve boşanma olaylarındaki artışın sebebi nedir?

Ülkemizde kadınların hakları konusunda son 20-30 yıldır yapılan çalışmalarla bir hayli mesafe kat edildi.  Tüm bunlara rağmen kadınlar şiddet görmekten ezilmekten ve hor görülmekten yine de kurtulamadı. Hatta şuan daha mutsuz oldukları da görece olarak söylenebilir. Bence kadın haklarının kadınlarımıza verilmesi sürecinde izlenen yanlış yöntemin sonuçları bunlar. Zira tüm bu yıllar boyunca gerek bilimsel çalışmalar ve yasal düzenlemeler ile gerekse de basın ve kitle iletişim araçları ile kadın hakları konusunda toplumu dönüştürmeye çalışırken hep kadınlar üzerinden bunu yapmaya çalıştık. Oysaki kadının tüm tarih boyunca hakları düşünüldüğünde haksızlığa erkekler tarafından uğratıldığı ve pasif durumda olduğunu göz ardı ettik. Elbette ki bu süreçte kadının mağdur olmaması ve ezilmemesi açısından haklarını bilmesi bir birey ve şahsiyet olduğunun farkına varması önemlidir. Ancak tek başına yeterli değildir. Bu süreçte evlilik kurumunun öteki yarısının erkek olduğunu unutarak kadının edindiği kazanımları kabul edecek ve ona saygı duyacak erkek modelini geliştirmedik.

Kadına kendi başına erkekten bağımsız bir birey ve varlık olduğunu hakları konusunda kimsenin lütfuna ihtiyacı olmadığını öylece söyleyip durduk. Hakların var, özgürlüğün var diye binlerce yıllık geleneklerdeki kadının toplum, aile ve erkeğin kültür kodundaki algısını unutarak kadınlarımıza erkekten bağımsız eğitim verdik.  Hâlbuki bu aşamada sorunun kaynağı da zaten erkeğin ve kültürün kadına bakış tarzı değil miydi?

Zira tüm bu süreçte pasif konumda olan ve haksızlığa şiddete maruz kalan, değersiz ya da mal gibi görünen söz hakkı verilmeyen hep kadındı. Şimdi söz hakkın var özgürsün, deyince ne oldu? Çatışmanın daha da artmasına neden oldu. Az konuşan, az başına buyruk, azıcık özgür takılan kadın hoş görülmezken şimdi haklarını bilen, hak ve özgürlüğüyle ilgili daha fazla konuşan mücadele eden kadın ya öldürülüyor ya boşanıyor ya da işkenceye maruz kalıyor. Yani anlayacağınız istatistiklere ve ülke gündemine düşen kadın cinayetlerine bakıldığında mevcut haliyle dengede olmayan kadın erkek ilişkisinin kadının aleyhine ciddi şekilde daha da bozulduğu görülüyor.

Kadın haklarıyla ilgili bu süreçte kadına hakları konusunda bilinci kazandırdık ama kadınlardaki bu başarıyı erkeklerin ve kültürün kadına bakış ve algısı noktasında maalesef yapamadık. Kültür alışkanlıklar kırılmadığı için kadının edindiği bu haklar, evlilik ilişkilerinde kadınları adeta yangına körükle gitmekten öteye götürmedi.

Ne mi oldu sonra?

Eşine, babasına, çocuğuna, abisine karşı sanki hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi kendi başına hareket eden ölçüyü ve denge noktasını kaçırmış bir kadın modeli olmaya başladı. Bundan kat be kat daha kötüsü bazı erkekler tarafından kadına karşı geçmişte bile olmadığından çok daha kötü algı var. Neredeyse kadın erkek eşitliği bir tarafa kadın erkek düşmanlığı var gibi.

Yukarıda izahını yaptığımız noktadan hareketle sorulması gereken asıl soru; burada asıl eğitilmesi gereken erkek değil midir? Kadının haklarını yasalarla verebiliriz. Ancak unutulmamalıdır ki sosyolojik olarak tüm toplumlarda toplumsal yaşamı düzenleyen yazılı kurallar kadar toplumların sözlü olmayan geleneklere dayalı kuralları da vardır. Bu kurallar öyle yasalarla oluşturulan ve değiştirilebilen kurallar kadar kolay da değildir. Değişimi ve kaldırılması zaman almakta ve hatta toplum tarafından direnç de gösterilmektedir. Yani öyle resmi gazetede yayınlandı. İş bitti diyemiyorsunuz. Kadın hakları konusunda bence erkeklerin de ciddi bir eğitim sürecinden geçmesi gerekir. Kadınlara karşı toplumda erkek egemen haksız algı ve muamelelerin kaldırılması için ciddi çalışmalar yapılmalıdır. Üstelik din adına bile uydurulan yanlış uygulama ve tutumlar bulunmakta ve dinin gereğiymiş gibi gösterilmektedir. Yani gelenekler dini değerlere tabi olmamış toplum, zamanla dini geleneklere uydurmuştur.

Öte yandan her gün tv ekranlarında kadına uygulanan şiddet haberleri ile farkındalık oluşturmaya çalışırken diğer taraftan da bu haberlerle eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek misali sorunlu olan erkek egemen aile yapılarında erkeğin bilinçaltına kazınmakta ve habere konu olan canileri kendine kılavuz görerek o yaptı bende yaparım. Düşüncesine itmekte ve şiddet uygulamaktadır.

Psikolojik olarak deneysel çalışmalarla da sabittir ki şiddet içerikli olayların haberlerde, film ve dizilerde gösterilmesi toplumda şiddeti arttırmaktadır. Buna karşılık ılımlı, hoşgörülü, anlayışlı, sabırlı pozitif tutuma yönelik ilişkilerin verildiği rol modeller saldırganlığı azaltmaktadır.

Tüm bu süreç boyunca kadınlara hakları bu kadar çok hatırlatılıp erkeklere kadınların hakları konusunda hiç mi hiç çalışma ve eğitim verilmemesi işleri bu noktaya kadar getirdi. Hâlbuki ne yapılmalıydı. Aslında kadınlara hak ve özgürlükleri verilirken erkeklere de karşılığında eşit oranda kadınlara karşı sorumlulukları ve kadın algısı ile ilgili eğitim de verilmeli idi. Bu noktada erkeklerin ihmal edildiğini düşünüyorum. Sonuçta artık haklarını bilen kendini ezdirmemek için mücadele eden özgür kadınlarımız karşısında bu özgürlükleri ve baş kaldırışı kabullenemeyen, eski kafasından sıyrılamayan; özgürlük mücadelesi için baş kaldıran, haklarını savunan kadınların karşısında çocuklarını bile gözden çıkarıp katleden bir erkek egemen zihniyet hala hastalıklı haliyle mevcut.

Sonuç olarak kadının da erkeğin de karşılıklı hak ve sorumlukluları var. Bu dini kaynaklar da yasalarda da böyledir. Din büyüklerinin hayatında da konu ile ilgili sayısız örnekler vardır. Örnek bir hikâye ile yazıma son veriyor, sağlıklı huzurlu ve mutlu ailelerin olduğu kadının ve erkeğin birbirini sevip saydığı günleri en yakın zamanda görmeyi temenni ediyorum.

Hazreti Ömer (r.a.)'ın hilâfeti zamanında, bir şahıs hanımının çok söylenmesi ve çekilmez bir hal alması karşısında Hazreti Ömer'e şikâyete karar verip Halifenin evine gelir.
Kapıya geldiğinde içerden sert, sinirli sinirli gelen bir kadın sesi duyar. Bir ara kapıyı çalamaz ve mütereddit halde öyle beklemeye başlar. Biraz sonra hep kadının konuştuğunu ve halifenin sustuğunu anlayan adam, kapıyı çalmaktan vazgeçip geri dönmeye karar verir ve ayrılacağı zaman kapı açılır. Kapıyı açan Hazreti Ömer'dir: “Ne var, neye geldin, bir şey söylemeden geri dönüyorsun”, diye sorar. Adam: “Ya Ömer! Ben karımdan şikâyet etmeye gelmiştim. Baktım ki nice insanları karşısında dize getiren Ömer bile karısının karşısında konuşmuyor. Onun bütün sözlerini büyük bir sabırla dinliyor. Ben neye şikâyet edeyim, dedim ve geri dönmeye karar verdim”, dedi.
Adamı dinleyen Hazreti Ömer şu karşılığı verdi: “O benim evimin hanımıdır, çocuklarımın annesidir, evimin aşçısıdır, çamaşırcısıdır... Biraz fazla yorulmuş da bana çatmışsa ne olur. Elbette karşısında susmam gerek”, dedi. Şahıs utançla geri dönüp gitti...