Amerika’da yayın yapan ve Türkiye’de de izlenebilen BearGrills isimli program, tek kelimeyle Survivor yani hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.

Zaman zaman TRT’de de bu tür yayınlar artık sıkça görülmekte.

Bear Grills ise tamamen profesyonel bir yapım. Bazen öyle sahneler göze çarpıyor ki ne yediği yenir, ne içtiği içilir ve ne de bir program için böylesi bir risk alınır dedirten cinsten.

Sanırım geçen aydı.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, dünyaca fenomen olmuş bu programın konuğuydu.

Başkan’ın performanmı, kondüsyonu gerçektende yerindeydi.

Çok zorlu şartlar altında atladı, koştu ama bence en önemlisi kendisinin zaman zaman kendisi ve Başkanlık makamıyla ilgili kinayeli laflarıydı.

Mesela, niçin smart (akıllı) telefon kullanmadığı sorulduğunda, “bu tür telefonlar maalesef güvenlik açısından iyi değil ve kullanmam doğru değil” demesiydi.

Başkan Obama hiç kasıntı değildi. Sorulara içtenlik ve samimiyetle cevaplar veriyordu. Aile yaşamından, çocuklarından bahsediyordu. Zenci biri olarak bir gün Başkan olmasını ise “kim derdi ki fakir bir ailenin çocuğu bir gün first lady’nin eşi olacak” diye tabir edebiliyordu.

Bizdeki siyasetçilere bakın Allah aşkına.

Hepsini diyemem ama bırakın en baştaki kişiyi, Bakanı, milletvekilini, Danışman ve Özel Kalemler bile öyle bir havalarda ki diyeceksin ömrü billah bu makamda kalacak.

Ama unutulmamalı ki tüm bu görevler bir emanet, tıpkı canımızın bize emanet olması gibi.

Ama ben burada bir başka konuya değinmek istiyorum.

İnsanın doğaya karşı mücadelesinde nereden nereye geldiğimizin resmi..

Amerika Yellow Stone Milli Parkında, yerin 400 kilometre altındaki kızgın dev kaya parçası uydu aracılığıyla görüntülenebiliyor.

Düşünün böylesi bir teknoloji ülkemiz de ne çok işe yarardı.

Bazı komplo teorisyenleri zaten bundan zaman zaman bahsetmekte, Türkiye’deki iç karışıklığını da ülkenin sahip olduğu Bor ve benzeri madenlerin tespit edilmesine bağlamakta. Huzursuzluk çıkacak ki yetkililer arama tarama faaliyetini istedikleri gibi gerçekleştiremesinler.

Bunu bilemem ama bildiğim bir şey var ise doğanın bizden on gömlek daha ileride olduğudur.

Ne kadar ileri teknolojiye sahip olursak olalım; depremlere dur diyemiyoruz,

Ne kadar ivme kazanmış olsak da hortumlara, kasırgalara engel olamıyoruz,

Ne kadar tavan yapmış olsak da heyelan, kuraklık ve açlığa set koyamıyoruz.

Bazı canlı türleri bizden milyonlarca sene önce tekamüle uğramışken bizler hala onların yanından bile geçemiyoruz.

Alın size örnek;

Gökdoğan kuşu saatte 200 kilometre hızla yeryüzündeki en hızlı canlı olma şampiyonu.

Mükemmel bir tesisata ve cihazlara sahip böylesi bir varlığın kendini geliştirmeye, uçak ve roket yapmasına zaten ihtiyaç yok ki.

Aslında biz doğayla yarışı baştan kaybetmişiz.

Kaybetmiş derken yapmış olduğumuz keşif ve icatlar anlamında söylemiyorum.

Söylemek istediğim, insan oğlunun hırsı,

İnsanoğlunun bencilliği

İnsanoğlunun doymak bilmez iştahıdır bu günkü problemlerin sebebi.

Sen uzaydan da dünyayı görüntülesen, saatte bilmem kaç bin kilometre hızla uçan süpersonik uçaklarda yapsan, değil mi ki mutsuzsun, değil mi ki kan ve gözyaşını durduramıyorsun, ben ne edim senin teknolojine, uçağına, tankına, topuna.

Bir bak Gökdoğan kuşuna ve gör Rabbi Rahiminin güzelliğini

NOT; Kitap ismi; Zihin, Dil ve Toplum. Yazarı John R. Searle. Litera yayıncılık. Edimsel ifadeler, kurumsal olguları yaratmada çok yaygındır diyen yazarın kitabını İletişimciler, Sosyolog ve Felsefecilerin kesinlikle okuması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.