Bir Ramazan ayına daha ulaşırken hayalen çocukluğuma ve gençliğime gittim. Bilgisayarın başında oturup günlük yazımı yazmak istediğimde, birden bir hüzün kapladı beni…

İki yıl önce kaybettiğim annemin hazırladığı sahur ve iftar yemekleri, onunla geçen zorlu hayatımız bir film şeridi gibi aktı gözümün önünden…

Daha çok hüzünlendim…

Birden boğazım adeta düğümlendi, yutkunmakta bile zorluk çektim…

Ne yalan söyleyeyim, Vallahi gözyaşlarıma engel olamadım…

Şu ifadelerimi sizler rahatlıkla okuyor olacaksınız. Oysa ki ben, gözyaşlarımdan dolayı bilgisayarı zor seçerek şu ifadeleri yazabiliyorum…

Allahım ayrılık ne kadar zormuş. Ne bitmez tükenmez bilmez bir acıymış ayrılık…

(Rebbena efriğ aleyna sebren ve sebbit ekdamena-Rabbim üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl-.)

Sahur nostaljilerimin hepsinde bir yandan mutluluk, öte yandan hüzün ve acılar var…

Benim için dünyadaki en değerli varlıktı Annem. Çok inançlı ve çok dindar bir kadındı. Köydeki onlarca çocuğa her gün iş arasında bile Kur’ani Kerim dersi verirdi.

Babamla birlikte onları sahur yerken hatırladığım ilk Ramazanda, Kozluk ilçesine bağlı Kaletepe (Dahlıke)köyündeydik.

Mali durumumuz oldukça kötüydü. Yarıcılık yaparak geçiniyorduk.

Yabancısı olduğumuz köye gelme nedenimiz babamın cömertliğiydi. Daha önce bulunduğumuz bir ilçede ilk kez bahçeli bir kahve işleten babam, her gün masasına oturan çok sayıda kişiden çay ücreti almıyordu. Haliyle kahve işletmeciliğinde zarar edince, bir köylümüzden borç para alacaktı. İlçede borcunu ödeyecek imkanı ve işi olmadığı için köye taşınacaktık.

Çocukluğumun ilk yılları ağır işlerde çalışmakla geçiyordu. Rahmetli annem, hayatın en ağır yükünü omuzlamıştı…

SAHUR AZIĞIMIZ AYRANDI…

O yıllarda Ramazan aylarında öyle bolluk yoktu. Bütün köylüler kıt kanaat geçiniyordu. Biz ise yoksulluğun en alt tabakasındaydık. Sabahtan akşama kadar kızgın güneş altında çalışırken, yemek azığımız çoğu zaman yağı çekilmiş ayrandı…

Evet, tütün ekimi yaparak geçinen babam, köyde ve bütün çevre köylerde saygınlığıyla tanınıyordu.

Babam ilkokula bile gitmemişti. Asker ocağında geceleri verilen ‘Ali okulu’ denilen eğitimi bitirerek okur yazar olmuştu.

Buna rağmen 45 yıl önce köyde gazete okuyan tek kişiydi…

Batman veya yakın diğer ilçelere ihtiyaçları için gidip gelenlerden kendisine gazete getirmelerini istiyordu.

Yabancısı olduğumuz köydeki bütün ailelerin nüfus kayıtlarını babam tutardı. Muhtarlık yapmıyordu, sadece o zamanlar bir kurban eti veya helva ekmek gibi hayırlar dağıtıldığında babam bunun taksimatını yapardı.

HAYATIMDAN ZORLU BİR KESİT…

Evet, Ramazan ayı sahur nostaljilerinden söz etmek isterken maziye gittim. Hatırladığım ilk sahura köyde kalkmıştım. Ancak köyün kırsalı desem daha iyi olacak.

O zamanlar ‘Holık’ dediğimiz ağaçlardan ve meşe yapraklarından gölgelikler yapılıyordu. Yaz aylarında yaklaşık üç ay boyunca köyden uzakta, o holıklerde yaşam sürer, geceleri ise holiklerin üst bölümünde ‘Enzel’ dediğimiz yerde yatardık.

Holıklerin üst bölümünde ağaçlardan bir dam olan enzel, üzerine bolca meşe yaprakları ve yaprakların üzerine yataklarımızı sererdik.

Hayatımın en güzel uykularını o enzellerde çektim. Gökyüzündeki yıldızları seyrederek uykuya dalar, sabahın alaca karanlığında tarlada çalışırdık.

Güneş altında sürekli çalıştığım için yüzüm ve burnum her yıl kabuk atardı…

İlkokul beşinci sınıfı o yıl bitirecektim. Çok çalışkan olmama rağmen maddi olanaksızlıklardan dolayı ilkokuldan sonra okuyamadım. (Askerlik dönüşü kamuda çalışırken ortaokul, lise ve ön lisansı dışarıdan bitirdim.)

Dünyanın en mutlu insanlarıydık o zaman. Annemiz ve babamızla en ağır işlerde çalışmamıza rağmen mutluyduk.

Rahmetli annem ve babamın gece yarısı yemeğe kalkmaları, Ramazan ayını tanımamıza vesile olacaktı. Onlar her gece sahura kalkıyor, gündüz tarlada güneş altında oruçlu oruçlu çalışıyordu.

Gece yarılarında biraz tandır ekmeği, belki az yoğurt, çoğu zaman yağı alınmış ayranla sahura kalkan anne ve babamın yemek yemelerini önce yorgan altından zevkle izliyordum.

Yemek yeme sesleri o kadar cezp ediciydi ki anlatamam ve izah edemem…

Bir gece ağabeyimle birlikte onlara iştirak edecektik. Dünyalar benim olmuştu adeta. İlk orucu öğleye kadar ancak tutabilmiştim.

Sonraki yıllarda bizi sık sık sahura kaldırdılar. Oldukça sıcak günlerde askerliğe gidinceye kadar her yıl tütün işinde ve tarlada çalıştım, ama orucumu düzenli olarak tuttum.

Evet, rahmetli Annem ve halen çok şükür sağlığı yerinde olan babam çok çileli yaşam sürdüler. Düzgün bir işimiz olmayıncaya kadar onlar bol çeşit yemekle sahura kalkmadıkları gibi, iftarlarını da zengin sofralarda açmadılar…

Bize onurlu bir yaşamı telkin ettiler, kazandıklarımızla yoksulları gözetmemizi tavsiye ettiler. Köyde, şehirde hiçbir zaman edebimizi bozmadık, kuru ekmek ve ayranla kalktığımız soframızı, zengin sofralaRa tercih ettik…

Bu vesile ile iki yıl önce Mayıs ayında kaybettiğim muhterem Annemi bir kez daha saygıyla, hürmetle yad edip, rahmet dilerken, babama uzun ve sağlıklı bir yaşam için dua ediyorum.

Değerli gençler, bu acı nostaljiyi yazma nedenim anne ve babalarınızın değerini bilmeniz ve şükredenlerden olmanız içindir. Daha iyi bir yaşam için sonuna kadar mücadele ama acılara tahammül, aza kanaat ediniz.

Bu acı nostalji benim hayatımla ilgili. Ancak bilesiniz ki milyonlar bizim gibi yaşam sürmüştür…

Yoksulluk ve yoksunluğa rağmen dini ibadetlerimizi, özellikle Ramazan orucumuzu ifa etmekten çekinmedik.

Buzdolaplarının, klimaların, bol çeşit yemeklerin olmadığı süreçlerdeki Ramazanlarda yardımlaşma ve dayanışma vardı. Zor duruma düşenler daha çok gözetiliyordu.

Bugün yardımlaşma ve dayanışma duygularımı, insan hakları bilincimi, ibadet sevgisini o zorlu yaşama borçluyum. Ramazan orucu bu nedenle çok önemli.

Oruç tutmayan bir gençlik, yoksulların ve açların hallerinden anlayamaz. Açlığın ne olduğunu ancak yaşayanlar bilir gerçeğini unutmayalım.

Hayat hikayemden bir kesitten çıkarılacak dersler vardır düşüncesiyle bu yazıyı kaleme aldım. Rabbim zor durumdaki herkese rahmet kapıları açsın.