Yüzyıla damgasını vurmuş şahsiyet Said Nursi’nin hayatını konu alan Hür Adam filmini izledim. Beğendim.
Bediüzzaman Said Nursi birçok İslam âliminin ifadesiyle Müceddid yani dinde en üst makamlardan biri olarak kabul edilmiştir. Eserleriyle İmani konularda hizmet etmiş ancak bunun karşılığında zindan ve sürgünlerle bir ömür geçirmiştir.
Kendisi bir Kürt’tür. Kendi ifadesiyle Kürdistan’ın dağlarında dünyaya gelmiştir. Ancak uzun yıllar Kürt olduğunu söylediği için milliyetçi çevrelerce İslam âlimi olmasına rağmen şüpheyle yaklaşılmıştır. Ama kendi ifadesiyle Ben Saidi Kürdiyim demiştir
En büyük düşman olarak cehaleti görmüş ve dönemin sultanı ikinci Abdülhamit’e Medresetüzzehra adında pozitif bilimler ile İslami ilimlerin birlikte görülebileceği bir üniversite kampusu teklifinde bulunmuştur. Sultan o’nu tımarhaneye tıkmıştır. Hâlbuki Saidi Kürdi kendisine aynen şunu teklif etmiştir: Kürt milletini cahil bırakmayın. Din ve fen ilimlerini öğrenmelerini sağlayın. Yoksa bu millet eşkıya olup dağa çıkar. Aynı teklifi yıllar sonra Atatürk’e de yapar. Sonuç ne oldu ben bilmiyorum(!) ama bilinen bir şey var, oda hiçbir zaman istediği imkân kendisine verilmez. Dahası sürgün ve hapislerle geçen bir ömür.
Kendisi bundan hoşnutsuzluk duymaz. Risaleler adında harikulade bir eser kaleme alır. İçinde öyle bilgiler, betimlemeler vardır ki bir insanın kaleminden çıktığı inanılamaz. Zaten kendisinin de ifadesiyle Risalei Nur Külliyatı kendi eseri değildir. Bu değerli hazine kendisine bir şekilde ilhamla yazdırıldığıdır. Çünkü Said Nursi Kürt’tür ve doğaldır ki Türkçeye çok da hâkim değildir. Mesela çayını bitirmeden tepsiye bırakan bir talebesine “sen sünnet bilmez” der. Doğrusu “sen sünnet nedir bilmez misin?” şeklinde olmalıydı. Türkçe diline bu kadar yabancı olan birinin sayfalar dolusu ifadeyi tek bir noktalama işareti olmaksızın devam ettirip yazdırması her babayiğidin işi değildir. Üstelik başka şeylerde var bu eserlerde. Tesadüf mü dersiniz, tevafuk mu siz karar verin. Tek bildiği piyasada bulunan dini kitaplardan çok büyük bir farkı vardır bu eserlerin.
İmani konularda gençliğin ahretini kurtarmıştır bu eserler. Çünkü o dönemde evrim teorisi ve komünizm tüm heybetiyle fırtına estiriyordu. Klasik dini eserler yüzyıllar öncesinden kaleme alındığı için ve genelde fıkıh diye bilinen kurallar bütününden oluştuğu için dine büyük saldırılar içeren sorular karşısında yüzyıllar önce yazılan eserler cevap veremiyordu. Hocalar ise sadece hâşâ hâşâ deyip işin içinden çıkmaya çalışıyordu. Tamda bu fırtınanın estiği bir dönemde Risaleler öyle güzel açıklamalar ve bazen de bilimsel ifadelerle bu sorulara karşılık veriyordu ki insanlar bu kitaplar sayesinde şüphelerinden kurtuluyordu. Halen de ilgiyle okunmaktadır bu kitap.
1960 senesinde Urfa’da vefat eder Said Nursi. Kitaplarında yazdığı gibi olur sonu. “Benim akıbetim Hazreti Ali gibi olacak, mezarımdan beni çıkartacaklar ve bilinmeyene götürecekler” der ve öyle de olur. Kitaplarında bir büyük sırda budur. İhtilal olur ve askerler türbeye dönüşmesin diye bir gece mezarından çıkarırlar ve bir rivayete göre de denize atarlar. Ancak bu büyük insanın sevenleri kendisini asla unutmaz ve unutturmazlar. Sayıları yüzleri bulan has talebeleri ülkenin ve dünyanın birçok yerinde bu eserleri okutturur ve binlere, on binlere ulaşırlar. Halen kendisinin çok az da olsa yaşayan talebeleri mevcuttur.
Kendisini sırf etnik kökeninden ötürü hor gören ve ziyaretine bu sebepten gitmeyen din âlimleri olmuştur. Evet, kendisi Kürt’tür. Eserleri ise Türkçedir. Kürtlerin medarı iftiharı olan onurlu, boyun eğmez bu büyük İslam Âliminin söylemiş olduğu sözler ve üniversite teklifi eğer zamanında kabul görmüş olsaydı bu gün yaşanan çatışmalar asla yaşanmayacaktı.