Halk arasında Hizbullahciler olarak adlandırılan grup, Mustazaflar Derneği adı altında legal olarak çalışmaya başlayıp devam ettiler. Ancak söz konusu dernek yargı tarafından kapatılınca, Mustazaflar hareketi olarak çalışmalarına devam ettiler. Bir sure önce de kısa adı Hüda Par. olan Hürriyet ve Dava partisini ilan edip bu nam altında bir parti kuracakları ve parti şeklinde çalışmalarına devam edeceklerini ilan ettiler. Aslında bu sahada bir boşluk vardı. Çünkü BDP laik ve sol çizgide hareket ederek Kürtlerin haklarını bu çizgide temsil etmeye çalışmaktadır. İslamcı veya muhafazakâr denilen kesim ise daha ziyade sağ çizgide hareket edip namaz kılan ve bazı dini sloganları gündemde tutan ve Türklerin kurup yönettikleri partileri desteklemektedirler. Bilhassa, Milli görüş lideri olarak bilinen Necmettin Erbakan’ın ortaya attıkları görüşlerin tesiri altında kaldılar.28 Şubatta Necmettin Erbakan’ın cuntalara karşı yeteri kadar cesaret göstermeyip suskun kalması, Necmettin Erbakan’ın sonunu getirdi. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve birçok Milli görüşçü Erbakan’ı bırakarak Demokrasi sloganlarıyla AKP yi kurdular ve daha ziyade batılıları memnun etmek ve Şeriatçi olmadıklarını kanıtlamak için ABD ve Rusya gibi devletlerle terör antlaşmalarını imzalayıp dünyada silahla şeriat mücadelesini tercih edenleri terörist ilan ettiler. Bu arada Demokrasi namı altında yine de başörtü yasağının kalkması ve Kürtlerin varlıklarının kabulü gibi söylemlerle belli bir süre için BDP dışında kalan Kürtlerin desteğini sağlamayı başardılar. Ancak bu politika ne İslamcıları ve ne de Kürtleri memnun edemedi. Çünkü AKP, ABD ve Avrupalıların laik görüşü doğrultusunda İslam’ı empoze etmeye çalıştığı gibi, Kürtlerin anadilde eğitim hakkına karşı da son noktayı koydu. Dolayısıyla da İslamcı Kürtler açısından boşluk doldurulamadı.
    Temennimiz o ki Hüda Par, bu boşluğu doldurup erozyona uğratmadan hem İslami hem de bu doğrultuda Kürtlerin hak ve hukukunu da müdafaa edebilsin. İşte Kürtler açısından boşluk o zaman doldurulur. O zaman Kürtler inandıkları gibi tercihlerini yapabileceklerdir. Zaten partilerin kuruluş amaçları da bu olmalıdır. Ben bunları söylerken herkes partici olsun anlamında söylemiyorum. Çünkü ben 1980 den itibaren parti anlayışından uzak kaldım. ‘’Euzü billahi mineş-şeytanı ves-siyaseti’’ prensibini benimsedim. Çünkü partilerin başına geçen insanların ne kadar şeriat anlayışından uzaklaştığını gördük. Şayet mevcut Kanunlarda bir değişiklik yapılır, meclisteki yeminin metninde İslam’a uyumlu bir duruma getirilir, saygı duruş ve çelenk bırakmalar zorunlu olmaktan çıkarılır ve Kemalist ilkelere bağlılık dayatılmasına son verilirse, partilere karşı anlayışımda da bir değişiklik olabilir. Bu benim inanç ve anlayışımdır. Benim anlatmaya çalıştığım, Kürtlerin oylarının Kürtleri temsil edecek kurumlarda toplanmasıdır. Çünkü Başbakan Teyyip Erdoğan dışa karşı hep bunu söyleyip tekrarlar: AKP nin içinde yetmiş Milletvekili vardır. Kürtler benden memnun olmasaydı. Bana bu kadar oy vermezlerdi. İşte İslami gündemde tutacak Kürtlerden müteşekkil bir partinin kurulması bu açıdan önemlidir.
     İster kabul edelim ister etmeyelim Kürt bölgesinde ağırlıkları his edilen iki grup bulunmaktadır. Bunlar da BDP ve yeni adıyla Hüda Par’dır. Bunlar da birbiriyle uğraştıkları müddetçe gerek İslami sahada ve gerekse Kürt meselesinde sistem üzerinde etkili olamazlar. Çünkü Gerek İslam’in hayat nizamı olması ve gerekse Kürtlerin kavim olarak tanınıp haklarının verilmesini gasp eden sistemdir. Yanı: İslami hükümlerinin yasaklanması konusunda gerek Kürtler ve gerekse Türkler mazlum durumuna düştüler. Çünkü Allah’ın emrettiği ve Peygamber’in uyguladığı şekilde İslami yaşayamıyorlar. Ayrıca Kürtler ikinci sefer mazlum durumuna düştüler. Çünkü Cenabı Allah’ın verdiği dille kendilerini ifade edip eğitim yapamadıkları gibi, her sabah okullarda ‘’Türküm ve varlığım Türk varlığına armağan olsun’’and ucubesinin gölgesinde yaşamaya devam etmek mecburiyetinde kaldılar. Aslında İslam’la Kürt sorununu birbirinden ayırmak İslami bilmemekten kaynaklanır. Çünkü Anadilde eğitim ırkların varlıklarını sürdürebilmelerinin temel taşı ve İslami bir haktır. Yoksa o ırk ortadan kalkar ve tarihe karışır. İşte Kürtler bu süreci yaşamaktadırlar. Genelde kendilerini dindar kabul eden Kürtlerin dışındakiler, şunu söylemektedirler: ‘’ Bırakın bu Kürt meselesini, muminler kardeştirler, İslam için uğraşalım.’’ Söz doğru ama niyet ve yorum yanlıştır. Çünkü bu sorun onlarda yoktur. Eğer birisi gelip onların kimlik ve dillerini yasaklarsa, acaba yine aynı şeyi söylerler mi?
     Şeriat ve sosyalizm gibi ilkeleri birbirine zıt iki görüşün teöride birleşmesi zaten mümkün değildir. Ancak iki tarafın da birbirlerine karşı kışkırtıcı sözlerden kaçınıp eski düşmanlıklarını bir kenara atması çok önemlidir. Çünkü BDP nin Yönetim kadrosu her ne kadar halen de sol- laik yönetim şeklinin kendileri için bir kurtuluş çaresi olduğuna inanıyorlarsa da, arkalarına takılan kitlenin kahir çoğunluğu da namaz kılan ve kendilerini Müslüman kabul eden kimselerdir. Ancak eskiden olduğu gibi Marksizm ve Leninizm’in propagandasını yapmaktan kaçınmaktadırlar. Zaten bu felsefe iflas etti. Sivil Cuma namazları projesiyle de kendilerinin de dine karşı olmadıkları imajını vermeye çalışmaktadırlar. Bu yeterli midir? Hayır bu hiç kimse için yeterli değildir. Çünkü din şer’i hükümlerinin tümüdür. Ancak uzun zamandan beri İslam hükümlerini gündemde tutanların, Kürt meselesine el atıp önemsemedikleri için BDP çizgisindeki Kürtlerin geneli, ırksel kimliklerini İslam prensipleriyle elde edemeyecekleri kanaatine kapılmışlardır.
    İşte bu imajın silinmesi için bilhassa Hüda Par’a büyük görevler düşmektedir. Şayet Hüda Par, yumuşak davet metodunu seçip söylemleriyle sistemi muhatap alır ve sol çizgiyi seçen Kürtlerin de aynen şeriatçiler gibi sistemin kurbanı oldukları metodu takip ederse, kanaatimce karşı taraftaki Kürtlerin olumlu yönde Hüda Par’a karşı imajları değişecektir. BDP lilerin, Hüda Par lilere: ‘’Bunlar kontrgerilladirler. Bunlar işbirlikçilerdir. Hizbullah örgütü devlet tarafından kurulmuştur. Hüda Par’lıların da BDP lilere: Bunlar, Marksisttir, Komünisttir, dinsizdir’’ demelerinin bir faydası yoktur. Aksine adavet ve kini daha da körükleyecektir. Elbette şer’i anlamdaki İslami tebliğ herkese yapılacaktır. Ancak önce karşı tarafın kafasında oluşan yanlış imajların silinmesi gerekir ki yapılacak İslami tebliğ fayda verebilsin.
      Hizbullah hareketinin derin devlet tarafından kurulduğuna hiç inanmadım. Aslında Hizbullah hareketinin kurucuları, Milli selamet Partisi ve buna bağlı Milli Türk Talebe Birliği gençliği arasında çalışmakta idiler. Gerek İran, Afganistan ve Çeçenistan gibi bölgelerde meydana gelen değişimler ve gerekse ikide bir Türkiye’de yapılan askeri müdahaleler, bunların Milli Selamet Partisinden ayrılıp 1979-80 tarihlerinde partisiz ve cemaat şeklinde çalışmaları üzerinde etkili oldu. Hele Milli Selamet Partisinin zirveye doğru yükseldiği bir dönemde 1980 askeri ihtilalın yapılmasıyla onların tamamıyla parti anlayışından uzaklaştırıp cemaat şeklinde çalışmaya yöneltti. Zira bir parti iktidara doğru yürürken bir Generalin dur demesiyle durup dağılmak zorunda kalıyor ve partileri kapanıyordu. Bundan dolayı cemaat şeklinde çalışmaya devam ettiler. O tarihlerde PKK çizgisindeki gençlik tamamıyla Marksizm’in tesiri altında kalıp Lenin’in kitaplarını ceplerinde taşıyarak sağa sola dağıtıyorlardı. Birçok okulda müfredattaki kitaplar yerine bu kitaplar okutuluyordu. Ben 1978-79 tarihinde Diyarbakır Meslek Yüksek okulunu okurken bizzat buna şahit oldum. Onların düşüncesinde olmadığımı anladıkları andan itibaren feci bir şekilde dövülüp ölüm eşiğine getirildim.Tabiatıyla da o dönemlerde İslamcıların gündeminde de Kürt sorunu diye bir sorun bulunmuyordu ve Kürtlerin kimlik haklarıyla ilgili herhangi bir çalışmaları da yoktu. Bu hususta Necmettin Erbakan’ın gözlüğüyle olaya bakılıyordu. Dolayısıyla da O zamanki sol gruplarla sonradan Hizbullah denilen grup arasında gerek İslam’a bakış açısından ve gerekse Kürt sorunu konusunda büyük farklılıklar bulunuyordu. Hizbullahçılar da cemaatsel ve aktif bir şekilde çalışmaya başlayınca, alan hakimiyeti kavgası başladı. Ancak Hizbullahcılara göre İlk kurşunu atan kendileri değil, belki kendilerinden ondört kişi öldürüldükten sonra kendilerini savunmak zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Derin devlet de bir senaryo bekliyordu. Ondan sonra da hatırlamak istemediğimiz faili meçhul cinayetler dönemi başladı. Ancak ne Hizbullahcılar bittiler ne de PKK liler. İkisi de daha güçlenerek varlıklarını sürdürmektedirler. Aslında Edip Gümüş tarafından yayınlanan Hizbullah manifestosunda Kürt sorunun çözümüyle ilgili güzel bölümler bulunmaktadır. Bu manifestonun yayınlanmasından sonra Önce Çağrı tv. sonra da Rehber tv. de güzel şeyler konuşulmaya başlandı. Hele avukat Emin güneş gibi yeni simalar, gerek Doğru Haber Gazetesinde ve gerekse kurdukları Rehber tv.de yaptıkları söyleşilerde sistemi hedef alarak gerek İslam ve gerekse buna bağlı olarak Kürt sorunu hakkında güzel ve kucaklayıcı mesajlar vermektedirler. Bunlar güzel gelişmelerdir. Bunları tebrik eder ve yeni stratejilerinde başarılar dilerim. Allah’a emanet olun!