Sevmeyi seçmek de elimizde, nefret etmeyi seçmek de… Kusuru görmek de elimizde, onu örtmek de… Yaşamı kolaylaştırmak da elimizde, dolambaca çevirmek de… Kurşun sıkmak da elimizde,  gül vermek de...
 
Herkesin farklı bir rengi, dili, dini ve kültürü var, fakat gözyaşının rengi dünyanın her yerinde aynıdır. Yaşamı da, ölümü de kendi rengindedir. Kanayan bir yaranın acısı da, rengi de herkeste aynıdır. 
 
Yaşadığımız bu evren büyük bir kazan, bu kazanda envai tatlarda aş pişmekte. Bu evrensel aşa herkes kendine yakışanı katar. Kimileri, kırgınlık, kızgınlık ve şiddet katar. Kimileri kin, nefret, düşmanlık katar. Kimileri inanç, aşk ve hoşgörü katar. Aşa lezzet katmak da elimizde, aşı zehir etmek de...
 
Hoşgörü; vicdanın sesiyle yüzleşmektir. Vicdanın sesiyle yüzleşebilenin sınırsız sevgisi vardır.Farklılıklar zenginliktir, bu zenginliği yürekte toplayan mantalite ise hoşgörüdür. Geçmişe öfkelenmek ağır bir yük getirir, bu yük aklın kimyasını bozar, gerçeklerden uzaklaştırır ve pırıltısı tavsayan bir yaşama neden olur.
 
Zaman içinde hepimiz birçok badireler atlatırız. Düşe kalka büyürüz. Yaşanan zorluklarla kimimiz katılaşır, insanlıktan uzaklaşırız. Kimini daha bir naif yapar, merhamet ve hoşgörü şiarı olur.
 
‘İnsan zekâsı üç çeşittir’ der bir düşünür.
 
“Kendiliğinden anlayanlar,
 
Kendilerine açıklananı anlayanlar,
 
Ne kendiliğinden ne de başkalarının aracılığıyla anlayanlar.”
 
Kendiliğinden anlayanlara söyleyecek lafımız yok.
 
Kendilerine açıklananları anlayanlara da lafımız yok.
 
Fakat ne kendiliğinden ne de başkaları aracılığıyla anlamak istemeyenlere anlatacak bir hikâyemiz var.
 
Rivayete göre;İran Hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherlerle dolu bir sandığı Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim'e gönderir.
 
Sandık açılır. İçinden değerli taşlar, kıymetli atlas ve kadife kumaşlar çıkar, ama etrafa çok fena bir koku yayılır.
 
Sandıktan yayılan bu kokuya önce kimse bir anlam veremez. Sonra anlaşılır ki, sandığın dibine insan pisliği doldurulmuştur. Aklı sıra Şah İsmail, Cihan Padişahına hakaret etmektedir.
Cihan Padişahı emir verir; “Herkes düşünsün. Bu densizliğe Osmanlının şanına yakışır bir şekilde karşılık vermeliyiz.”
 
Ve çözümü yine kendisi bulur.
 
Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatır. Sandığın içine o zamanın en nefis gül kokulu lokumlarından hazırlanmış gümüş bir tepsi yerleştirilir. Tepsinin altına da bir not iliştirilir.
 
Hediye sandığı özenle süslendikten sonra Şah İsmail’e gönderilir. Sandık Şahın huzuruna çıkarılır, açılır açılmaz etrafa mis gibi gül kokuları yayılır.
 
Mücevher, kumaş v.s hediyeler takdim edildikten sonra Osmanlı Elçisi, Şahın tedirgin olmaması için lokumu önce kendisi tadar, sonra büyük bir nezaketle Şah İsmail’e lokumdan ikram eder.
 
Şah bütün bu olup bitene bir anlam veremez. Osmanlı Elçisi, Şahın şaşkınlığını gidermek için lokum tepsisinin altına iliştirilmiş mütevazı notu uzatır.
 
Pusulayı okuyan Şah’ın yüzünde, şaşkınlığın yerini büyük bir utanç ifadesi alır.
 
“İsmail, herkes yediğinden ikram eder.”