Birleşmiş Milletlerin 8 Aralık 1948’de kabul ettiği ‘’Soykırım Suçunu Engelleme’’ (SSECS) Sözleşmesinin 2. maddesine göre soykırım: Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütünün veya bir bölümünün yok edilmesine yönelik girişilen harekettir denilmektedir. Yine aynı sözleşmenin maddelerine göre soykırım olayının değerlendirmesinde şu kriterlere yer vermektedir: Grup üyelerinin öldürülmesi,   bedensel ve zihinsel zarar verilmesi, yaşam koşullarının kasten kötüleştirilmesi ve doğumların azaltılması olarak sıralamaktadır. Bu tanımı ve bu kriterleri göz önüne getirdiğimizde 16 Mart 1988'de Halepçe’de Irak ordusunun kimyasal silahlar(elma kokusunda, sarin, hardal ve XV )kullanarak resmi rakamlara göre 17 bin, gayri resmi rakamlara göre ise 200 bin Kürt’ün hunharca katledildiği Halepçe katliamı da soykırımın daniskasıdır.
 1986-89 yılları arasında Irak ve İran savaşlarının en büyük mağduru Kürtler olmuştur. Irak ordusunun ‘’El Enfal Hareketi’’ dediği sözde temizlik hareketi ile gerçekten çoluk -çocuk, kadın- erkek, taş- toprak ve bitki   demeden Halepçe’ deki her varlık temizlenmiştir. O gün, bu soykırımın kararını veren Irak Kuzey cephe komutanı “Kimyasal Ali” lakaplı, Ali Hasan El Mecid 2010 yılında Irak mahkemelerince soykırımla yargılanmış, suçlu bulunmuş ve idam edilmiştir. Katliamın olduğu günden bu yana dünya medyasının konuya tavrı; kör, sağır ve dilsiz olmuştur. Bu durum BM’nin sözde insan hakları ilkeleriyle hiçbir şekilde örtüşmemektedir. Onlar bu şekilde davranarak her ne kadar katliamı unutturmaya çalışsalar da, bizler her 16 mart olduğunda katliamı anacağız, dünya medyasının gözüne sokacağız. Hukuken BM’ye üye olan her ülkenin de bu vahşeti bir soykırım olarak kabul etmesi için uluslararası arenada her türlü lobi çalışmasını yapmalıyız. Ülkemizin birçok noktasında her yıl 16 mart günü Halepçe katliamı anma programları yapılmaktadır; ancak bunlar yetersiz kalmakta , daha kapsamlı ve katılımlı protestoları elzem bırakmaktadır. Dünyada Halepçe’deki durumun benzeri olan bir çok olay katliam kapsamına alınmıştır. Halepçe’nin alınmaması ise düşündürücü ve dünya siyasetinin iki yüzlülüğüdür. Halepçe katliamından bu yana 27 yıl geçmesine rağmen zararlı etkileri halen devam etmektedir. Nitekim Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi sayın Fuat BABAN bir makalesinde, katliam sonrasındaki Halepçe’ de özürlü doğum oranın halen çok yüksek olduğunu ve bu oranın Hiroşima ve Nagazaki’ye göre 4-5 kat fazla olduğunu yazmaktadır. 
Bizler Halepçe katliamından ders çıkarıp akıllanmazsak, bizleri daha çok Halepçe katliamları beklemektedir. Yakın zamanda ortaya çıkan ve bilhassa da Kürt coğrafyasında yayılan DAİŞ çetelerinin yaptıkları unutulmamalıdır. Özellikle Şengal’de mazlum 120 bin yezidi insanın yerinden sürgün edilmesi, aralarından yaklaşık üç bin kadın ve kızın alıkonulması, köle pazarlarında satılması, ırzlarına geçilmesi modern soykırımdır. Bu olay “Kimyasal Ali” zihniyetlerinin halen ne kadar etkin olduğunu göstermektedir.   Bu coğrafyada yaşayan halklar ortak hareket etmezse daha çok Halepçeler, Şengaller   ve Srebrenitzalar yaşanacaktır. Bu anlamda 16 Eylül 2014’te başlayan DAİŞ zulmüne karşı, KOBANİ halkının göstermiş olduğu direniş ve sonrasındaki gelişmeler, zülüm odaklarının heveslerini kursaklarında bırakmış, zülümkârlar defolup gitmişlerdir. KOBANİ halkının direnişi dünyadaki birçok mazlum halka umut olmuştur. Şu Ortadoğu coğrafyasının huzurlu geleceği de ancak ve ancak KOBANİ ruhu ile gerçekleşebilecektir. Halepçe katliamında sorumluluğu bulunan herkesi kınıyor ve de lanetliyorum. Rabbim bu coğrafyaya bir daha yeni Halepçe katliamları yaşattırmasın. Vesselam…