Gelin- kaynana karşılıklı sohbet ederler.
Kaynana başlar konuşmaya; “Gelin sen daha yenisin, birbirimizin huyunu-suyunu konuşarak anlayalım.”
“Tabi anne, konuşalım” der gelin.
Kaynana başlar anlatmaya; “Aman kızım, benim üç halim vardır, buna dikkat et. Saçıma gül takmışsam neşeli olurum, her yola gelirim. Kulağımın arkasına gül takmışsam, havamda olmam. Yakama gül takmışsam, sakın etrafımda dolanma, çok sinirli olurum.”
Ve sonra gelin başlar konuşmaya; “Anne, benim halim-malim yoktur. Koltuğa kendimi atarım, televizyonu açarım, sigaramı yakarım. Sen gülü nerene takarsan tak, ben keyfime bakarım.”  
Kaynana-gelin çekişmesi çoğu zaman esprilere, şakalara zengin bir malzeme olsa da aslında ciddi bir sosyal sorundur. Bu anlaşmazlık boşanmalara, intiharlara hatta cinayetlere bile neden olabiliyor. Ve birçok ailede geçimsizliğin baş sebebidir.
Gelin-kaynana sıkıntıları sadece bizim toplumda değil, tüm dünyada yaşanan bir  sorundur. Kaynana gelini sevmez, gelin kaynanayı sevmez. Kimi dinlerseniz suçlu diğeridir. Paylaşılamayan nedir, bu bile pek bilinmez. Gözün üstünde kaş hep vardır ve olacaktır. Ringe çıkmış boksörler misali öldürücü hamle için hileler vardır. Hep bir suçlu aranır ve haklı çıkmak taraflar için çok önemlidir. Ve zamanla birbirlerini öyle çok incitirler ki, ‘evlat acısı, kuyruk sancısı’ misali dost kalmaları da artık imkânsızdır.
Peki, bu sorunun üstesinden gelmek gerçekten çok zor mudur, herkes üzerine düşeni yapıyor da buna rağmen mümkün değil midir, bitmeyen bu kavganın nedeni nedir, nasıl çözülür? Yüzlerce, belki de binlerce soru vardır aklı kurcalayan, cevap arayan. Doğrusu benim cevaplayabileceğim ve çözümleyebileceğim türden hiç değildir. Fakat bireyler az biraz gayret ederlerse, minimize edebilirler diye düşünüyorum. Ne de olsa, insanın kimyası sevgiye muhtaçtır ve tatlı dil her yaraya merhemdir.
"Uzun yıllar önce, Çin’de Lili adlı bir kız evlenir. Aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Birkaç ay sonra, bitmez tükenmez gelin-kaynana kavgalarından dolayı eşi ve annesi arasında kalan adam  için evde yaşamak çekilmez bir hal alır.
Bir şeyler yapmak gerektiğine inanan gelin, doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya gider ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona, bitkilerden bir zehir hazırladığını ve bunu üç ay boyunca, her gün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır.

Yaşlı adam genç kıza, kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını, ona en güzel yemekleri yapmasını da söyler. Sevinçle eve dönen gelin bunları aynen uygular. Her gün kaynanasına en güzel yemekleri yapar. Ona çok iyi davranarak tabağına azar azar zehri damlatır.
Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişir ve ona kendi kızı gibi davranmaya başlar. Evde artık barış rüzgârları eser. Bu arada gelin, yaşlı kadının artık ölmesini istemez olur. Verdiği zehirlerden pişman bir vaziyette baharatçı dükkânının yolunu tutar.
Yaşlı adama, kaynanasına verdiği zehirleri temizleyecek bir çare için yalvarır. Yaşlı adam, yaşlı gözlerle şöyle konuşur:
"Sevgili Lili, sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Gerçek zehir, senin beyninde idi. Sen ona iyi davrandıkça, onun da nefreti sevgiye dönüştü. Böylece siz gerçek bir ana-kız oldunuz.

Unutma ki, Gül verenin elinde, gül kokusu kalır.”