Olup bitenleri iyice anlamak için son dönemlerdeki gelişmeleri gözden geçirmemiz gerekiyor. Özellikle 2002 seçimlerinden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesi ile ülkedeki gelişmeleri bir bütün olarak ele almazsa olup bitenlerin fotoğrafını görme imkânımız da kalmaz sanırım.
Öncelikle doksanlı ve ikibinli yıllarda uygulanan politikaların ana ekseni; “ yaratılan korku dünyasında saman altından su yürütmekten ibaret olduğunu” belirtelim. Yüce devlet tehdit altındaydı ve bunun önlenmesi için “kurşun atan da yiyen de, çalan da çırpanda, öldüren de, tecavüz edip yok eden de kutsal birer iş yapmaktaydı!”
Düşman güçler ise oldukça abartılı bir görüntü ile sunuluyordu. Varlıklarının esamesi okunamayan Ermeniler en büyük düşmandılar. Zaten ne olup bitiyorsa onların “dölünden” geliyordu! Bu korku belli ki yapılan haksızlıkların ortaya çıkması korkusuydu. Birileri hatalarını özür dilemekle ifade etme yerine küfür ederek gidereceğini düşünmüştü ve bu politika yallarca devam ettiriliyordu.
Bunların ardından gelen ikinci tehlike ise Kürtlerdi. Yıllarca sürdürülen asimilasyon ve yok etme politikalarına rağmen bir türlü “Türkleştirilemediklerinden” tehdit unsuru olarak  görülmeli ve gösterilmeliydiler. Bunları da sindirmek için her yol mubah fetvaları verilmişti.
Bu politikaların sonucunda ülkenin Doğu ve Güneydoğusu kan gölüne döndü. Ekonomi yerle bir oldu. 3500 köy yok edildi.17 bin faili meçhul cinayet işlendi.400 milyar dolara varan maddi kayıplar oldu ve 50 bin yurttaş yaşamını yitirdi. Türkiye bunların travmasını yaşadı. Herkes herkese düşman edildi.
Bu dönemin en önemli özelliği ise devletin içinde bile çeteleşmelerin ortaya çıkmasıydı. Korucuların, istihbaratçıların, Jitemin, Polis özel harekâtın ve adını bilemediğimizin çatlı’vari bir dizi çeteler oluştu. Bu çeteler kontrol edilemez bir hale geldi ve birbirlerini bile yok etmekten çekinmediler. Tarık  Ümit vakasında olduğu gibi.
İşte bu konuşlarda durumun düzeltileceği umudu ile bir yapıya ihtiyaç oluştu ve AKP ortaya çıktı. Her şeyin darbe ve şantajla çözüldüğü bir sistemde halkın iradesinin ayakta tutulması mücadelesi bu siyasal parti tarafından kalkan olarak kullanıldı. Ortaya o zorlu koşullardan sonra bir siyasal istikrar ortamı getirdikleri için de halktan destek aldılar. Ancak işleri kolay olmadı. Diğer siyasal partilerin başına örülen çoraplar onların da başına örülmek istendi. Ve rövanş çalışmaları da böylece başlamış oldu.
AKP önce bütün güçleri kullanarak ve aynı zamanda demokrasi kılıcına sarılarak Kürtlerin mücadelesini güçlü bastırmayı denedi ama bunun uygun yol olmadığını anlayınca diğerlerin yanlışına düşmeyerek ülkenin selameti açısından politikasını değiştirdi. Buradan aldığı olumlu hava ile sistem içindeki statükocularla mücadeleye başladı. Önce  kendine bağlı polislerden oluşan bir mekanizma oluşturdu veya oluşmasına müsaade etti. Daha sonra buradan aldığı güç ve istihbaratlarla ordu içinde düzenlemeye gitti. Darbeye alışık olun ordu komuta kademesi ilk kez darbe yerine demokrasinin gereğini yaparak istifa etti. Bu ilk adım oldu. Ardından Balyoz, Ergenekon ve benzeri operasyonlarla kozmik odalara girildi ve devlet sırrı olarak saklandığı iddia edilen birçok veriye ulaşıldı. Bu da ordunun gerçek konumuna gelmesi için kullanıldı. Sonuçta ordu darbe fikrinden vazgeçtiğini ve demokratik kurallar içerisinde hareket etmesi gerektiği noktasına geldi. Bu arada bütün teamülleri de yerle bir edildi. Jandarma Genel Komutanı Genelkurmay başkanı oldu. Birçok paşa emekli edildi veya oldu ve birçok komutan cezaevi ile tanıştı. Gelinen noktada ordunun artık haksızlık yapmak için değil haksızlığa uğramamak için mücadele ettiğini belirtebiliriz.
Bütün bunlar olurken hükümetin bu alanda yardımcısı konumundaki güçler de devlet içinde sistemli olarak örgütlenmiş oldu. AKP eski sistemi yenisi ile değiştirmeye çalışırken farkında olmadan yeni bir yapı ortaya çıkardı ve bu başta polis ve yargı olmak üzere devlet içinde örgütlenen bir yapı oldu. Geometrik olarak paralelleştiler. Devletin içinde yeni bir devlet oluşturdular.
Kendilerini öylesine güçlü bir hale getirdiler ki her ilde ve ilçede devletin kaymakamı ve valisi yerine vatandaş kamudaki işini bitirmek için bu yapının atanan adamlarına yöneldi. Çoğu dershane hocası konumundaki bu zatlar paralel paralel işleri yürütmeye devam ettiler.
Konumlandıkları noktalar itibariyle de canlarının istediklerini içeriye attılar, canlarının istediklerini dışarıda tutular. Ali Fuat Yılmazer gibi polis şefleri  memlekette işleri yürüten kişiler haline geldi. Genelkurmay başkanlığını hükümete verdiği raporlar bile onu durdurmaya yetmedi. Sonuçta Genelkurmay başkanını içeri atmaktan ve onu terör örgütü lideri olarak göstermekten imtina etmeyen bir sistemimiz oldu.
Şimdi bu alanda yapılanların rövanşını izliyoruz. İçerdekiler çıkıyor yerlerine onları içeri tıkanlar gidiyor. Giderken de yaptıklarını söylemiyorlar yine devletin yüce çıkarlarını sığınıp başkalarını suçlamaya devam ediyorlar.