İnsanoğlu, yeryüzünün ve belki de kâinatın en akıllı varlığıdır. Akıllı olmak, daha iyi bir yaşam için büyük avantaj. Zira 'akıl melekesi' ile bütün canlılara hükmedebiliyoruz.

Ancak akıl melekesi bize diğer canlılara karşı üstünlük sağlıyor olsa bile, bir de dezavantajı var...
Nedir o dezavantaj?
Hayvanlar geçmişin elem ve acılarından belki de çok az etkilenirken, insanlar akıl cihetiyle onlardan ayrılırlar.

Geçmişin elemleri ve geleceğin endişelerinden inanılmaz derecede etkilenebiliyoruz...

Hangimiz geçmişin acılarını unutabiliyoruz?

Hangimiz gelecek adına endişelere kapılmıyor?
'HAYAT' DEDİĞİMİZ ŞEY...
Bazıları hayatı 'yaşanan an' olarak ifade ediyor...
Peki,doğrusu öyle mi?
Bunların anlayışlarına göre 'dün' geçmişte kaldı, mazi oldu. Gelecek, yani 'istikbal' ise bir büyük muammadır.

Gelecek yılları bir yana bırakın, yarın bile neyin olacağını bilmiyoruz, kimse bilmiyor...
Şu halde insanoğlunun hayatı, yaşadığı 'an' ile değerlendiriliyor...
İnsanın geçmişin elemini duyması ve geleceğin endişesini yaşaması bilinen bir gerçekliktir.
Eğer sürekli olarak geçmişin acı ve elemlerini yad edip, hatırlayacak olur ve gelecek için kaygılanırsak, hayat bize zehir olacaktır...
Ancak realiteyi de kabul etmek gerekir. Realite şudur;
GEÇMİŞ MAZİ OLUYOR AMA...
İnsan, dün için 'mazi' deyip geçemiyor. Büyük acılar yaşamış insanlarımız, hiç o acılarını unutup, gönül rahatlığıyla geçmiş için 'mazi' diyebilirler mi?
Hiç sanmıyorum. İnsan, mutlaka istikbalin, yani geleceğin endişesini yaşıyor.
Herkes daha güzel yarınlar için çabalarken, çocukları için endişe duyuyor...
Hem yaşadığımız "an"da bile mutlu değiliz. Çünkü her gün acılar yaşıyoruz...
Madem kainatın en akıllı ve en güçlü varlıkları olmamıza rağmen hem geçmiş, hem de gelecekle ilgiliyiz, alakadarız,

madem acılar/elemler, kederler bizi olumsuz etkiliyor,

madem bir tel saçımızın beyazlamasını engelleyecek gücümüz yok,

madem yaşadığımız 'an'da bile mutlu değiliz,

şu halde bu meseleye kafa yormamız gerekiyor...
Nereden geldik, niçin geldik, nereye gidiyoruz şeklindeki sorulara
kafa yormamız gerekmez mi?

**

**
Kısa süreli dünya hayatımızda başkalarına zarar vermemek, insanlara acılar yaşatmamak için ne yapmamız gerekiyor, ona kafa yormalıyız.
Biraz empati yapmalıyız.
Kendimizi, zarar vereceklerimizin yerine koymalıyız.
Bize yapılmasını hoş görmediklerimizi başkasına yapmamalıyız...
İnanın, her gece yastığımıza başımızı koyduğumuzda nefis muhasebesi yapar, nerede, kimlere karşı yanlış yaptığımızın hesabını yapacak olursak, bundan kesinlikle kazançlı çıkacağız.

Geçmiş mazi oldu, geri getiremiyoruz. Şu halde yaşadıklarımızdan kendimize dersler çıkaralım diyorum. Daha güzel bir istikbal için bunu yapalım.

Akıllı insan geçmişin acı ve elemleri ile geleceğin kaygılarını bir dengede tutup, ölçülere
dikkat eden, yani ifrat ve tefrit yerine orta yolu tercih edendir.

**

**

Bediuzzamanın bu konudaki değerlendirmeleriyle yazımı bitireyim: “Dünyanın Birinci yüzü, Cenab-ı Hak’kın esmasına bakar; onların nukuşunu gösterir, mana-i harfiyle, onlara ayinedarlık eder. İkinci yüzü, ahirete bakar; ahiretin tarlasıdır. Cennetin mezrasıdır, rahmetin mezheresidir(çiçek bahçesidir). Üçüncü yüzü, insanın hevesatına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesatı(heves uyandıran oyunlar) olan yüzdür. Nur-i imanla dünyanın evvelki iki vechine(yüzüne) bakmak, manevi bir cennet gibi olur. Üçüncü vecih ise, dünyanın fena yüzüdür ki, zati ve ehemmiyetli bir kıymeti yoktur.

Dünya, muvakkat bir ticaretgah; her gün dolar boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alış verişi için yol üstünde kurulmuş bir Pazar; ve nakkaş-ı ezelinin teceddüt eden, hikmetle yazar bozar bir defteri; ve her bahar, bir yaldızlı mektubu; ve her bir yaz, bir manzum kasidesi; ve o Sani-i Zülcelal’in cilve-i esmasını tazelendiren, gösteren ayineleri; ve ahiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlahiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgahıdır.

Dünya madem fanidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın. Ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selametle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin."