Hepimizin sorunları var. Kimimizin iç yakan kimimizin çok sıradan. Ama hiç kimse sorununu tanımadığı hatta tanıdığı kimseye aktarmak, bulaştırmak zorunda değil.

Mesela canınız çok sıkkın ve çatacak yer arıyorsanız eğer toprak zeminde yürüyüş yapın, doğayla iç içe olduğunuzu hatırlayın. Derdim akıl vermek değil, hatırlatmak sadece. İnanıyorum ki çoğumuz uzun zamandır toprakta yürüyüş yapmadı, şöyle bir başına kalmadı, güneşe, akan suya bakıp iç geçirmedi.

-Bu çağa hız çağı diyenler var. Pek sanmıyorum. Bu çağın adını koymak zor, hem daha erken. Fakat garip bir şeyler oluyor bu çağda; hem geçmişe benzeyen hem de hiçbir şeye benzemeyen. Bu çağın insanlarının tavırları, yönelimleri, sıkılmaları, mutlulukları pek garip. Dünyaya oturduğun yerden bakıp anlamlandırmak pek doğru olmasa da etrafına, etrafındaki şehirlere, internet üzerinden takip ettiğin ülkelere bakınca bu işte bir tuhaflık var diyebiliyorsun.

-Bu çağın insanlarının sıkılmaları mutluluklarını yaratıyor. Hep bir ‘akım’. İçi boş, yavan, kuru, gösterişli, özendiren birbirinden garip işler. Düşünüyorum, düşündükçe sıkılıyor içim. Böylesi sası durumlar acaba nereye varacak?

İnsanın kendini anlaması zorken bir başkasını anlaması pek mümkün değil. Fakat vaziyet böyle diye de herkesin her yaptığı da hoş görülemez.

Mesela canınız çok sıkkın diye gece 2-3 sularında arabanızda son ses müzikle sokaklardan geçmeye hakkınız yok. İnsanların bebekleri, hastası, sabah gidecekleri işleri var. Hiçbir dertleri olmasa bile huzurlarını kimsenin çalmaya hakkı yok.

Bu insanlar nereden türedi diye sormadan duramıyorum. Labirentin bir köşesinde donup kalıyorum.

Birkaç soru var zihnimi meşgul eden:

Gece 2-3 sularında arabada son ses müzikle sokaklardan geçince ne oluyor? Tek başına alınan hazdan kime ne? O hiçbir şeye benzemeyen müzikleri son ses dinleyince mi haz doygunluğa ulaşıyor?

Memlekette daha bunun gibi neler var.

Gırla kafemiz var. Bize benzeyen, birbirine benzemeyen kaç kafemiz var orasını bilmiyorum. Her neyse, bu kafelerimizin çoğunda ses ayarı yok. Apartmanların alt katlarında veya çok yakın yerlerde hizmet vermelerine ve saat 23.00 sınırını geçmelerine rağmen müziğin sesi bangır bangır olabiliyor.

Saat 23.00 sınırının bile çok olduğunu düşünüyorum ya her neyse.

Aslında, en çok sesimizin çıkacağı ama susmayı tercih ettiğimiz birçok durum bize ‘her neyse’ demeyi öğretti.

Öğretti öğretmesine de ‘her neyse’ den ne çıkar ki?

Horatius’un çok sevdiğim bir şiiriyle yazıma son veriyorum: Ortası. Bu şiirin ilk iki dizesi şöyledir:

Dümeni durmadan engine kırmak da,

Kuşkudan, kıyı kıyı yol almak da boş.