Uğruna bu kadar mücadeleler verilen, kan akıtılan, evrende/kainatta küçük bir zerre olan dünyanın ne kadar fani, değersiz olduğuna hep dikkat çekmişimdir. Ancak yabancı bir bilim insanının bu konudaki tespitleriyle karşılaştığımda şaşırdım.

Carl Sagan adında, 1996'da kemik iliği kanserinden ölen Amerikalı Astronoma ait bir yazıyı sosyal medyada gördüğümde çok etkilendim. ‘Pulitzer’ ödüllü bir yazarmış meğer.

İnternette hakkında araştırmalar yaptığımda, şu bilgilere ulaştım: “Bilim kurgunun en güzel örneklerinden birini vermiş hem bilim adamı, hem de şahane üslup sahibi yazar. 1978'de, cennetin ejderleri adlı kitabıyla pulitzer ödülü'ne layık görülen gökbilimci, yazar. İnsanlığa, "cosmos'un keşfi, kendi kendimizi keşif yolculuğudur" mesajı veren, "cosmos" isimli kitabında evrenin ve yaşamın sırlarını sorgulayarak "evrende hayat var mı?" sorusunu irdeleyen dünyaca ünlü bilim adamı. 1996'da 62 yaşında iken ölen astronom ve
bilimkurgu yazarı.”

Bu yazarın sosyal medyada karşılaştığım ve etkilendiğim, milyonların okumasını istediğim yazısı var. Bir fotoğrafta küçük bir nokta gibi olan dünyamız hakkında; “Marsta oturup dünyaya doğru baksaydık eğer, göreceğimiz şey bu olurdu” başlıklı o yazısını kamuoyunun bilgisine sunmak istiyorum:

**

**

ÇOK ÇARPICI BİR DEĞERLENDİRME…

“Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.
Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.

Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.

Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer.

Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza.”

**

**

Bu yazıyı yeni gördüm ve okudum. Yıllar önce TEMA Vakfı yayınlarında çıkan bir kitapta, insanların bir uzay gemisine binip dünyadan uzaklaşmasından söz ediliyordu. Dünya gittikçe küçülüp, bir nokta gibi görününceye kadar…

Bu gerçeğe dikkat çekme nedenimi şöyle ifade etmek isterim: Ölümlü bir dünyaya gözlerimizi açıyor, sayılı yıllar yaşadıktan sonra ölüp gidiyoruz. Dünyaya gelirken ırkımızı, rengimizi, dilimizi, etnik kimliğimizi seçme hürriyetine sahip değiliz.

Toplumumuz gerçek anlamda insan hakları bilincini kazanınca kesinlikle herkes birbirinin hukukuna saygılı olacaktır. O nedenle insan haklarını her zaman ve zeminde, ısrarla savunmayı bir ibadet gibi görüyorum. Bu değerlendirme ile dünyanın ne kadar önemsiz olduğuna dikkat çekmeye çalıştım. Rabbim bizlere basiret versin…