Rivayete göre adamın biri bir gün evine bir resim asmak ister ve hadise şöyle devam eder: Fakat çekici yoktur. Dolayısıyla komşusunun çekicini ödünç almayı düşünür. Düşünür düşünmesine ama birden içine bir kuşku düşer; ‘Ya bana çekicini vermek istemezse, daha dün kısa bir selam verip geçti yanımdan. Belki acelesi vardı. Belki de benimle konuşmamak için acelesi varmış gibi yaptı. Kim bilir belki de beni sevmiyordur. Hem öyle olsa bile ben ona hiç bir şey yapmadım ki, kendi kendine kuruntu yapmıştır o. Biri benden bir şey istese hemen verirdim, o neden vermesin ki. Böyle ufak bir ricayı nasıl geri çevirebilir insan. Aman be zaten onun gibiler hayatı zehir ederler insana. Bir de ona muhtaç olduğumu düşünüyordur, sırf onun çekici var ve benim yok diye. Yok, yok artık canıma tak etti’ der ve bu vaziyette komşu evin yolunu tutar.
 
Komşu kapıyı açar ve daha selam bile vermeden karşısında duran adam büyük bir öfkeyle ”çekicini al da başına çal” der ve gider.
 
Yanlış anlama ve anlaşmalardan doğan sosyal sorunların temelinde genellikle önyargı vardır. Yani bireylerin yeterli bilgiye sahip olmadan olayları yorumlama şekli…
 
Günlük yaşamımızda mütemadiyen hep birilerini sorgular, yanıtlar ararız. Sağlıklı ilişkiler kurmakta zorlanırız bu nedenle genellikle de mutsuz oluruz.
 
Anlamadan, dinlemeden verilen kararlar telafisi mümkün olmayan durumlara neden olur ve vicdanı hasta eder.
 
Birini tanımadan tanımlamak en başta kendimize yapacağımız bir haksızlık olur.
 
Hiç kimse anlaşılmaz değildir yeter ki buna fırsat verilsin.
 
Karar; aklın durma halidir, dolayısıyla düşünmeyi ve gelişmeyi durdurur.
 
Yaşamın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında vereceğin bir karar, gün gelir hayatının en büyük yanlışı olabilir.
 
Sözün özü demem şu ki, en adaletsiz yargı önyargıdır