Günlük hayatın kaçınılmaz bir parçası olan televizyonlar, bireyleri , aileleri ve dolayısıyla da toplumları etkileme yönünden oldukça önemli bir görev üstlenmektedirler. Bugün hemen hemen her ailenin bir televizyonu var... İzlenme oranı da oldukça yüksek. Yapılan araştırmalarda televizyonun en yaygın izlenme ortamı olarak aile gösterilmiştir.


Televizyonun, bir iletişim aracı olarak aile birimine olumlu ya da olumsuz etkileri mevcuttur. Sadece eğlence aracı olarak ele alındığında, aile bireylerinin hoşça vakit geçirmelerini, boş zamanlarını değerlendirmelerini sağlayan bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğitim ve enformasyon aracı olarak bakıldığında ise, aile bireylerine bazı kültürel kazanımlar sağlayabildiğini, bazen de kültürel yozlaşmalara ve dejenerasyonlara yol açabildiğini görmekteyiz. Bu arada, televizyonun aile içi iletişimi azalttığı, ve çocukların çok etkilendiği aşikardır.


Her akşam haberleri izlerken, her sabah gazetelerin üçüncü sayfaların, tabi daha kanlı-canlı cinayetler olursa birinci sahifelerini okurken aklımızı şu soru tırmalıyor: Medya şiddeti uyarıyor mu? Medya içimizdeki canavarı mı ayartıyor?


Bu sorunun aklımıza takılması doğal. Hakikaten televizyonlar olayları öylesine bir dille aktarıyorlar ki, gerçekte olay karşısında nerede durduklarını kestiremiyoruz. Şok cinayet, inanılmaz olay, kanlı cinayet... Adeta lunaparkın kapısında müşteriyi inanılmazı görmeye çağıran satıcının diliyle özdeşleşiyorlar. Bir bakıma mantık aynı: Daha fazla Müşteri sağlamak Olay ne kadar inanılmaz, ne kadar kanlı, ne kadar şok ise o ölçüde seyirci topluyorsunuz, o ölçüde insanları ekrana bağlıyorsunuz, ve nihayet o ölçüde daha fazla reklam almaya hak kazanıyorsunuz.


Ne olacak? Daha müthiş cinayetlere, daha inanılmaz olaylara ihtiyacınız var. Eğer insanoğlu doğal halde bunu sağlayamıyorsa siz kullandığınız dille olayı o hale getirmelisiniz. Üstelik kanallar arasında rekabet var. Tam yeri geldi söyleyeyim, inanılmaz, şok, müthiş bir rekabet.


Medyanın buradaki yeri ne olursa olsun, nihayetinde o görüntüler, o olaylar, o mekanlar bizim içimizde değil mi, yani toplumun içinde değil mi bütün bunlar? O cinayetler, o trafik cinayetleri, o saldırganlık? Dışarıdan birileri gelip bu olayları, bu şiddeti gerçekleştirmiyor ki.


Acaba biz insanoğlu ne yapsak da ötekilere karşı kendimizi koruyabilsek diye düşünelim. Failler de mağdurlar da bizim içimizde. Medya değiştirse de , biraz rötuş yapsa da, kendine has bir dille verse de nihayetinde o ekrandaki biziz, yani biz insanoğlu.


Şiddetin verilişinde duygu sömürüsünden, insanları dehşete düşürecek sahnelerden kaçınmak gerekir. Korkunç, bozulmuş ya da yanmış ceset, patlamış kafatası, kopmuş kol, dağılmış bağırsak ve iç organlarının gösterilmesi uygun olmaz. Özel yaşamın ölümden sonra da devam ettiği  unutulmamalıdır. Yaralı ve ceset görüntüleri çok dikkatle kapatılarak verilmelidir. Ölümden sonraki görüntüler çok gerekli olduğu durumlarda uzak plan ve örtülü olmalıdır.


Ne olacak? Ne yapacağız? Şiddet ve müstehcenlik için sürekli değişen sınırlar olduğunu görüyoruz. Üstelik kamusal ve mahrem dünyaların sınırları da farklı. Üstelik toplum homojen değil, yani hepimiz bu konularla ilgili aynı kanaatte değiliz. Benim müstehcen bulduğumu bir başkası estetik bulabilir. Ne yapacağız, nasıl karar vereceğiz, sınırların nereden geçeceğine?


Şiddet ve müstehcenlikle ilgili yayınlar konusunda toplumsal duyarlılık elbette geliştirilmelidir, ama bu toplumsal düzeydeki örgütlenmelerle, inşa etme yöntemleriyle yapılmalıdır. İnsanlar aktif tavır almaya çağrılmalıdır. Seyirciler gazete ve televizyonlarla aktif diyalog içinde olmalıdır.


Kimi olaylarda bu diyalogun kurulduğunu yayın merkezlerinin santrallerinin kilitlendiğini biliyoruz. Şiddet ve cinsellik konusunda da toplumsal talepler yayın kuruluşlarına yansıtılmalı, bir anlamda yayın kuruluşları için bir geri besleme sağlanmalıdır.


Televizyon programlarındaki şiddet oranları önceden belirtilerek, ailenin izlemeden önce şiddet miktarından haberdar olması sağlanabilir. Televizyonda şiddet eylemlerinin cazip gösterilmesi, nedensiz şiddet sahneleri, aşırı kanlı sahneler yer almamalıdır. Televizyonda çocukların taklit edebileceği tehlikeli kavga sahnelerinin, çocuk programlarında problemlerin çözümünde uzlaşma yerine gösterilen kavga sahnelerinin, çocukların şiddet kurbanı olarak gösterildiği sahnelerin, çocukların televizyon izlediği saatlerde cinsellik ve şiddetin kullanıldığı sahnelerin ve hayvan istismarının gösterilmesi yasaklanmalıdır.


Televizyon kanallarının yayın akışlarında belgesel, eğitime yönelik yarışma gibi programlara ağırlık verilmesi için RTÜK çalışma başlatmalıdır.