Televizyon ekranlarında son zamanlarda din konulu tartışmaların tekrardan hortladığını görüyor ve bundan oldukça rahatsız oluyorum. Dini, bilimle bir araya getirmeye çalışanlardan tutun da dinin bilimle asla bir arada olamayacağını savunanlar ile dinin temel kaynakları üzerinden özellikle hadislerin ne kadar sağlıklı olduğu konusunda yapılan tartışmalar ve bu tezleri savunan ilahiyatçı, felsefeci ve akademisyenlerin görüşleri kafa bulandırmaktan öteye gitmiyor.

Ekranlarda yapılan bu tartışmaların amacı nedir?

Burada yapılan tartışmalarda taraflar, savundukları görüşleri bir şekilde karşısındakine açıklama ve kabul ettirme çabasına mı girmekte yoksa gerçekten din konusunda yanlış olan davranış ve düşünceleri düzeltmeye mi çalışılmaktadır?

Din konusunda taraflar gerçekten samimi iseler önce bu konuları tartışabilecekleri bir platform oluşturmalılar.  İlgili konularda fikri ve bilgisi olan her din adamı ve akademisyenin katılımına açık toplantılar düzenlenmelidir. İhtilaflı konular hakkında yapılan istişare ve tartışmalar bir neticeye vardıktan sonra yaptıkları tartışmanın ve uzlaşının televizyon ekranlarında verilmesi daha uygun olur. Aksi takdirde bulandırıldıkça bulandırılan konulardan sonra özgür düşünce ve dileyen dilediği tarafa inanır sözleriyle insanların kafası daha çok karışıyor. Bunca yıllık eğitim ve tecrübelerine rağmen tartışma sonunda taraflar uzlaşamazken halk nasıl kararını versin, neye inansın. Bu işler böyle televizyon programlarındaki tartışmalarla olmaz. Din adamlarının kendi kişisel fikirleri ile  televizyon ekranlarında belli konular hakkında din adına  farklı görüşler vermesi de doğru değil.  Âlimler birliği ve istişare kurulu gibi bir kurul olmalı ve ilgililer kendi aralarında bu tür mevzuları tartışmalıdır. Ortaklaşa aldıkları bu kararlar neticesinde programlar yapılmalıdır. Aksi takdirde din konusunda insanların kafası bir hayli karışıyor.

Din sadece ibadetlerden de ibaret değil. Dini belli bir alana hapsetmek de haksızlık olur. Din hayatın her yerindedir. Oysa bu programlar ile din sadece belli bir alana indirgenmekte ve din algısı sulandırılmaktadır. Din iman, ibadet ve ahlak olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Ancak din konusunda art niyetli insanlar özellikle ibadet noktasına takılıp ibadetlerin nasıl yapıldığı ya da yapılacağıyla ilgili tefrika oluşturmaya çalışmaktadır. Tarihin değişik dönemlerindeki farklı görüş ve rivayetleri cımbızla ayıklayıp o konuları tekrardan gündeme alıp açarak dini metodoloji ile değil felsefi bir yaklaşımla tartışmaktadırlar.  Kimileri de dinin temel kaynaklarından olan hadisler üzerinden tartışma açmakta ve hadisleri ya toptan ya da bazılarını yok saymaktadır. Oturup dinlediğinizde gerçekten bilgi sahibi olsanız bile kafanızın karışmaması mümkün değil. Dolayısıyla yukarıda da ifade ettiğim gibi samimi ise bu kişiler önce bu konuları bir sonuca ulaşamadıkları ve birçok keresinde görüldüğü üzere nezaket ve saygı sınırlarını aşacak şekilde ekranlarda tartışacaklarına ilgili konularda bilgili ve donanımlı insanların bir araya geldiği bir platformda münazara etmelidirler.  Bir neticeye varıldıktan sonra ya o münazarayı kamuoyuna ekranlardan vermeli ya da paralelinde bir tartışma programı yapılmalıdır.

Bu aralar yine evrim ve din ilişkisi tartışma konusu yapılmakta din evrim ilişkisi gündeme getirilmektedir. Evrimin İslam ile uyuştuğunu savunanlar ile evrimi reddedip bilimle İslamı bir araya getiremeyenler tartışıp durmaktalar. Ortaçağ Avrupa’sı skolâstik düşünce ile boğuşurken ilk Müslümanlara ve İslam devletlerine bakıldığında bilime büyük bir önem verildiğini görebiliyoruz. O sıralar doğuda bilim en parlak dönemini yaşıyordu. Bu dönemde Müslüman bilim adamları astronomiden coğrafyaya tıptan kimyaya pek çok bilim dalında çok önemli keşifler ve ilerlemeler kaydetmişlerdir. Bu dönemde peki din bilime engel olmadı da günümüzde mi engel oluyor. İşin aslı bilime ve dine karşı takındığımız tavır ve tutumlarında göreceli olduğunu düşünüyorum. Şahsen kendim bu tartışmalar karşısında şu tutumu benimsiyorum. Yukarıda da ifade ettiğim gibi İslam; iman, ibadet ve ahlak dediğimiz üç ana bölümden müteşekkil bir dindir.  İmanın şartlarını aynen kabul ve tasdik ettikten sonra ibadetlere gelince gücümün yettiğince ve elimden geldiğince Kuran ve sünnet çerçevesinde öğrendiklerimi yapmaya çalışıyor ve Allahın rızasını kazanmak için uğraşıyorum. İbadetler herhangi bir kimseye göstermek için değil veya herhangi birileri için yaptığımız eylemler de değildir. “Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz”( Fatiha Suresi, 4. ayet). “De ki. Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” 6/EN'ÂM-162.Açıktan ve gizliden yapılan her türlü ibadet, insanların takdir ve rızasını kazanmak için değil, Allahın rızasını kazanmak gayesi ile yapılmalıdır.  Herhangi bir kimsenin tasdiki ve onayını da gerektirmez. Bu konulardaki ihtilaflara gelince itikadıma ve başkasına zarar vermediğini düşündükten sonra ibadetlerimi emin olduğum kaynaklara göre yapmaya devam ediyor ve bu bulandırıcı tartışmaları dikkate almıyorum. Nitekim ilahiyatçılar bile bir fikir birliğine varamıyorken kaldı ki biz nasıl karar vereceğiz? Bu konuda tatmin olmak için ilahiyat mı okuyalım? İslam’ın iman, ibadet ve son olarak ahlaktan müteşekkil olduğunu söylemiştik. Burada asıl dikkat edilmesi gereken İslamın ahlak ile ilgili hükümleri diye düşünüyorum. İslam’ın değerlerini bu bölümde ele alacak olursak bu değerler olmadan ibadetlerin bile makbul olup olmayacağı şüphelidir. Öyle ki bir Müslüman ibadetlerini yapmazsa en fazla kendine zarar vermiş olur. Ancak bu İslami değerleri içeren ahlaktan mahrum kalırsa sadece kendisine değil topluma da ciddi zararlar vereceği aşikârdır. Niçin böyle bir kıyas yaptığımı da açıklamak isterim. Burada böyle bir kıyas yapmamın sebebi İslam’ın hangi kısmı daha efdal mevzusu değil. Sürekli ibadetler ile ilgili hükümleri kurcalayarak dini ve Müslümanların zihnini kendilerince bulandırmaya çalışan zevatın art niyetini izah etmektir. Oysa din dediğim gibi üç ana bölümden oluşuyor. İslam dininin getirdiği ahlaki değerler hiçbir zaman tartışma konusu olmamış hatta İslam’ın geniş coğrafyalara yayılmasında en büyük etken de bu olmuştur. Bu ahlaki değerlerin bazıları sayacak olursak; dürüstlük, cömertlik, adalet, iyi niyet, tevazu, samimiyet, güler yüzlü olmak, merhamet göstermek, kibirli olmamak, haset etmemek, harama el uzatmamak, kul hakkı yememek, gıybet yapmamak, başkasının namusuna bakmamak, riyakâr olamamak, cimri olmamak, intikam beslememek… listeyi epeyce uzatmak mümkün. Günümüzde Müslümanların en ciddi problemlerinden biri de bu değerlerden uzaklaşmalarıdır.

İslami değerlerin içselleştirilmediği amellere örnek olarak:

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Bir adam, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

−Ey Allah’ın! Rasulü falanca kadın, çokça nafile namaz kılması, nafile oruç tutması, çalışması ve sadaka vermesiyle anılır. Fakat o kadın, diliyle komşularına eziyet eder! dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

−“O kadında hiçbir hayır yoktur! O kadın cehennem ehlindedir!”

Din de asıl olan önce iman sonra değerlerdir. Bunlar içselleştirildikten sonra yapılan ibadetler Allahın izni ile makbul ibadetlerdir. Peygamberimiz birçok rivayette yapılan bazı ibadetlerin samimi ve halis niyetlerle yapılmadığından veya İslami değerlerin bir bütün olarak yaşam tarzı hale getirilmediğinden dolayı Allah tarafından makbul olmadığını belirtmiştir. Bir Müslüman her şeyden önce değerler konusunda hassas ve samimi olmalıdır. Çok değerlerden arınmış ibadet dindarlık demek değildir. Tefekkürün bile birçok nafile ibadetten daha hayırlı olduğuyla ilgili din büyüklerinin pek çok sözü var.

Devamı yarın…