Şehir, şehir değil ki. Her tarafta dilenciler. Öğretmen evinin hemen girişinde 40 yaşlarında dilenci bir kadın bağıra bağıra ağlıyor. Sen diyeceksin ki Suriye askerleri kendisine işkence ediyor.

Allah ne verdiyse “La İlahe İllallah” diyen bu kadın, Hicret filmindeki gibi Mekke müşriklerinin dinden dönmesi için eziyet ettiği Müslümanların haykırışlarını da geride bırakmış görünüyordu. Nasıl bir acı bu anlamadım? Üzerinde kapa parçası yoktu. Kırbaçlanmıyordu. Hançerlenmiyordu.  

Şaşırdım kaldım.

Üç kuruş para almak için saatlerce gırtlağını yırtan bu kadın acaba bu uzun soluklu bağırma yetisini senfoni orkestralarında icra etse çok daha karlı çıkacağını, dahası zengin olacağını biliyor muydu?

Kadının sesi ile kalabalık arasında da ilginç bir bağlantı keşfettim.

Zira insan yoğunluğunun arttığı anlarda çok daha yüksek tonda ağlamalar ve dualar ederken, nispeten az kişinin geçtiği zamanlarda daha alçak bir tondan bağırıyordu. Hiç kimse geçmediğinde de susuyordu.

Pekiii, bu bize yakışıyor mu?

Allah rızası için Güneydoğu’nun incisi konumundaki bu kentimizin böylesi insan müsveddeleriyle dolu olmasını siz içinize sindirebiliyor musunuz?

Şahsen ben utanıyorum.

Duygu sömürüsü, görüntü ve ses kirliliği yapan bu insanların günde 300 TL.ye para demediğini de çok iyi biliyorum.

Peki, bu şehrin bir sahibi yok mu?

Valisi, Emniyet müdürü, Sosyal hizmetler müdürü, Müftüsü… Vs.

Kanun bu duygu sömürücülere bir cevaz tanıyor da biz mi bilmiyoruz?

Yakalasınlar, götürsünler merkeze, göstersinler herkese…

Yüzsüzleri hapse atsınlar, mal varlıklarına el koysunlar, olmadı geldikleri her neresiyse oraya yollasınlar.

Ama bunların birçoğu maalesef bizim kendi vatandaşlarımız.

Hepsi Suriyeli değiller.

Tamam, çoğu Suriyeli ama inanın bir kısmı da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.

Urfalı, Antepli, Adanalı. Profesyonel dilenciler bunlar.

İşin bir başka boyutu daha var ki, yazıyoruz, yazıyoruz biz okuyoruz.

Bunların yetiştirdikleri evlatları da maalesef bir sonraki kuşağın başının belası.

Öyle ya, eğitim yok (ya da en azından bizim anladığımız anlamda), haya yok, terleyip helal para kazanma aşkı yok, ar damarı da çatlamış.

Alın size yeni yeni dilenciler.

Çare mi ne?

Çok katı tedbirler alacaksınız. Polisiye tedbirler.

Sonrasında da bunları kısırlaştırın demiyorum ama çocuklarını 18 yaşına kadar devlet korumasına alın. Okutun, adam edin ve hafta sonları yine devletin gözetiminde ailesiyle görüşmesine izin verin. Çünkü hafta sonu bile ailesiyle kaldı mı, tekrar onların ahlakıyla ahlaklanabilirler.

Siz hiç doktor, hâkim, sosyal hizmet uzmanı bir kişinin dilendiğini gördünüz mü?

Göremezsiniz. Çünkü eğitimli birey ailesi her ne olursa olsun asla onursuz bir yaşama evet demez.

Ama doğduğu günden büyüyünceye kadar hep aynı kahrolası dilencilik mesleğini görmüş, yaşamış birine de kolay kolay çalışma hayatını anlatamazsınız.

O yüzden bu çocukları hemen şimdi, devletin şefkatli kollarında rehabilite edecek, topluma, vatanına hayırlı bir insan olmasına çalışacaksınız.

Yoksa Batman Öğretmenevinin girişinde salya-sümük dualar eden kadını bugün biz dinlediğimiz gibi 10 yıl sonra çocuklarımız, 25 sene sonra da torunlarımız dinlemeye devam edecektir.

Kitap zamanı; İslam Âleminin medarı iftiharı Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Kastamonu Lahikası isimli kitabını bitirdim. Birçok dini kitap içinde Üstadın bu eserleri gerçekten de hem dünya ve hem de ahret saadetini kazanmamıza sebep oluyor. Tenvir Yayıncılık tarafından basılan eseri tavsiye ediyorum.