Sık sık toplumumuzu ilgilendiren sorunlar hakkında değerlendirmelerde bulunuyor ve sorumluluğumuzu hatırlatmaya çalışıyorum.

Toplumumuzun iyi bir geleceğinin olması için mutlaka kendimizi değiştirmemiz gerektiğine dair görüşümde ısrarlıyım.

Halkı Müslüman bir ülkeyiz. İnandığımızı söylediğimiz yüce değerler var. Ancak Ramazan ayında sorumluluk bilinciyle hareket edenlerimizin sayısının hayli az olduğu gerçeğini gözlemliyorum.

Değişim nefsimizde olmalıdır. Toplumsal değişime giden yol nefisle mücadeleden geçer.

Ramazan ayının nefisle mücadelede önemli bir vesile olduğu gerçeğini unutuyoruz.

Ramazan ayında yanı başımızda aç yatanların durumuyla ilgilenmiyorsak, bunun nedeni kendimizi, nefsimizi değiştirmememizdir…

Toplumsal sorunlara duyarsızlaşmış, Ramazan ayını fırsat bilip çıkarımız peşinde koşmuşsak, bunun nedeni nefsimizle mücadeledeki zaaflarımızdır.

Sakarya Yenihaber Gazetesi’nin değerli köşe Yazarı Sayın Beytullah Önce’nin yazılarını zevkle okuyorum. Duyarlı bir insan hakları aktivisti olarak da tanınan ve bilinen Beytullah Önce’nin, “Kendi halimizi değiştirmeyecek miyiz?” başlıklı yazısını milyonların okumasını isterdim…

“HER RAMAZAN BİR MUHASEBE ÇAĞRISIDIR”

Ramazan ayı ve değişim dönüşümümüz üzerine olan yorumunu olduğu gibi köşeme taşıyarak, bilginize sunmak istiyorum. İşte Sayın Önce’nin mükemmel yorumu;

“Her Ramazan, bir muhasebe çağrısıdır.
Gelin görün ki, her suresinde akletmeye, düşünmeye çağrı yapan bir kitaba inananlar; bu muhasebeden kaçınıp durmaktadır.
Akletmedikçe anlamayan, anlamadan yaşayanlarsa; bu ayı sadece fiziksel bir açlık ile geçirip gitmektedir.
Ramazan, işte bu hali değiştirmemiz için bir imkândır; nefsimizde olanı ıslah etmek için…
Bu şarttır; çünkü biz özümüzdekini değiştirmedikçe; ne yaşadığımız zamana, mekâna ve topluma karşı vazifelerimizi hakkıyla yerine getirebiliriz ne de inandığımız ilaha.
Toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmedikçe de, ne nefsimizi ıslah edip, düzeltebiliriz; ne de sorundan ibaret hale gelmiş toplumsal, siyasal ya da iktisadi düzenleri…
Peki, bugün İslam ümmetinin böyle bir derdi var mıdır gerçekten?
Yaşadığı çağın sorunlarına karşı bir çözüm arayışı var mıdır?
Merhametsiz dünyaya vicdan, zulümden kararmış düzenlere aydınlık, kötülükten bunalmış insanlığa iyilik çağrısı var mıdır?
Şahsen, gönül rahatlığıyla “Evet, vardır!” diyemiyorum; çünkü varlığından şüpheliyim.
Yeryüzü ümmetinin, İslam milletlerinin hali pürmelâline bakınca; ister istemez şüphelerim derinleşiyor.
Hangi parçasına dokunsak elimizde kalıyor. Hangi coğrafyasına baksak içten içe kanıyor.
Hangi beldesine varsak, savaşlardan, işgallerden ve iç çatışmalardan harap ve bitap vaziyette.
Şüphesiz bunlar için “dışarıda” suçlayacağımız yeterince düşman var. Küresel düzeni fitne, fesat ve sömürü çarklarıyla döndüren egemenler mevcut.
Savaş endüstrisi, politik hırslar, askeri stratejiler, karanlık dehlizler, kirli ilişkiler ile örülü dünya sisteminde; insanlığı cehennem çukuruna sürükleyecek kadar çok hile, desise var.
Lakin oyunu kuranların suçlu da, oyuna gelenlerin bu halde hiç mi payı yok?
Niye düşünüp, akletmiyoruz?
Sömürülmeye müsait hale getirilmemize neden rıza gösteriyoruz? Kandırılmaya hazır hale getirilişimizle neden yüzleşmek istemiyoruz?
Özümüzle yüzleşip, hem şahsi hem de toplumsal nefsimizle hesaplaşıp, olanla olması gereken arasındaki farkın hesabını neden çıkartmıyoruz?
İslam; zulme karşı adaleti, yozlaşmışlığa karşı güzel ahlakı, layüselleşmiş güç ve kibir sahiplerine karşı sabırla mücadeleyi teklif etmişken, biz bu çağrıya nasıl sağırlaştığımızın cevaplarını neden düşünmüyoruz?
Allah, tüm varlıkları yaratılışta eş kılmışken, yeryüzünde büyüklük taslayanların bu hakkı kendilerinde nasıl bulduklarını neden sorgulamıyoruz?
Keşke şu günler, bu sorulara daha fazla zaman ayırdığımız günler olsa…
Çünkü Ramazan, sadece oruç ile bedenlerimizin terbiyesi değildir.
Aç kaldığımız günlerin toplamından ibaret bir ay değildir.
Ramazan, aynı zamanda Kur’an ile zihnimizin, ruhumuzun yenilenmesidir.
O yüzden, hiç değilse şu aziz günler vesilesi ile kendimizle birlikte, yaşadığımız zamanın, coğrafyanın her halini müşahede edelim. Yeryüzünü ifsad eden yerel ve küresel tüm hırsların ve çıkar gruplarının yol açtığı sorunları düşünelim. Allah, dünya nimetlerini tüm varlıklara hakkaniyetle dağıtmışken, bunları kendi tekelindeymiş gibi hükmeden, kendini Rezzak zanneden yeryüzü egemenliklerine bakıp, bu hali düzeltmenin çaresini arayalım.
Lazım gelen işler bu kadar çok iken, bizde neyin eksikliği var, bunu da hesaba katalım.
Ramazan ayı, işte böyle aciliyet arz eden tafsilatlı bir muhasebe için güzel bir imkân sunuyor.
Bize, üç kuruşluk dünya saltanatı için insanlığı ve tabiatı mahveden hırslardan vazgeçmemiz gerektiğini öğütlüyor.
Yeryüzü sofrasındaki nimetlerde eşitlenmeyi öğretiyor. Hiçbir güç ve iktidarın ilanihaye süremeyeceğini hatırlatıyor.
Gelip geçici heva ve hevesler için neleri ateşe attığımızı fark etmemizi istiyor.
Kardeşliğin, parçalara bölünerek değil; rızkımızı bölüşerek geleceğini gösteriyor.
Yeryüzünde ilahlık taslayanların tuzaklarına ve oyun düzenlerine karşı bizi uyarıyor.
Adaletin, herkesin hakkına rıza göstermekle, herkesin hukukuna uymakla sağlanacağını vurguluyor.
Hakkaniyeti, adaleti, barış ve esenliği, sadece kendimiz için değil herkes için istemedikçe, tam olarak iman etmiş sayılamayacağımıza işaret ediyor.
Her şey bu kadar açık iken, Ramazan’ın çağrısına kulak verip vermeyeceğimizi, içinde bulunduğumuz hazin hali değiştirip değiştirmeyeceğimizi, nefsimizde olanı ıslah edip etmeyeceğimizi kendimiz belirleyeceğiz.
Belirlediğimiz, kaderimizdir.”

Bu ifadelere katılmamak mümkün değildir. Rabbimden ruhumuzun, zihnimizin hayır yönünde değiştirmesini, sorumluluk bilinciyle hareket edenlerden eylemesini niyaz ediyorum.