Hayat pahalılığı toplumun pek çok kesimlerini olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Sadece varlıklı insanlar piyasalardan çok etkilenmiyorlar.

Nerede iki üç kişi bir araya gelse, artan hayat pahalılığından şikayet ediyorlar…

Özellikle fırsatçılara büyük tepki var…

Geçtiğimiz Cuma günü akraba ziyareti için akşam saatlerinde Diyarbakır’a gitmiştim. İki gece kaldığım kentin kenar semt pazarlarını gördüm.

Orada da her şeyin fiyatı artmıştı. Ancak ‘Ekmek’ fiyatı beni oldukça düşündürdü…

**

**

FIRSATÇILIĞA DİKKAT...

Diyarbakır’ın Dağ Kapı semtinde, Ulu Cami karşısındaki sokakta taze ekmek çıkaran bir fırına uğradığımda, 430 gram tutan pişmiş güzelim ekmeğin, bir buçuk TL’den satıldığını gözlemledim.

Bir hafta önce Batman’daki bir bakkalda tanık olduğum 420 gram pişmiş ekmeğin fiyatı 2 TL idi. Sorulduğunda, fırıncıların kendi aralarında anlaşarak ekmeği bu fiyattan satmaya başlamalarıydı…

Diyarbakır’da 1,5, Batman’da 2 lira…

Üstelik Diyarbakır’daki ekmek, Batman’daki ekmekten bence iki kat güzeldi…

Evet, her şeye zam gelmiştir, un fiyatları da artmıştır. Ancak hem kalitesiz ekmek çıkarıp, hem de Diyarbakır’dan daha pahalı satılmasını doğru bulmam mümkün değildir…

Tabi suçlu fırıncılar değil, piyasayı denetlemeyen ve halkın hukukunu savunmayanlardır…

**

Evet, Eylül ayı açlık ve yoksulluk sınırı da açıklandı. Gittikçe yoksullaşıyoruz, bu da bir gerçek…

“Türk-iş sendikası Eylül ayı açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarını açıkladı. Gıda harcamalarının aylık yüzde 4,5, yıllık yüzde 24,3 arttığını belirten Türk-İş, açlık sınırının 1.893 TL, yoksulluk sınırı ise 6.166 TL olduğunu açıkladı.”

Tırnak içerisindeki bu haber bana göre gerçekleri yansıtıyor. Çünkü 4-5 nüfuslu bir aile, sadece çocuklarına günde üç öğün birer simit ve birer çay yedirip içirecek olursa, bu bile yüklü miktar tutar.

Benim gibi çocukluğunda yoksulluk yaşamış insanlar kanaatkardırlar. Bazıları günümüzde şu bolluk ortamında bile psikolojik sorunlar yaşıyor. Pantolon için intihar edenler oluyor…

Çocukluğumdaki yoksullukla ilgili değerlendirmemi okuduktan sonra varın siz karar verin…

GÜNÜMÜZ TOPLUMU YOKSULLLUĞU BİLMİYOR...

‘Çocuklumdan söz ettim. Çocukluğumu geçirdiğim dağ köyünde insanlar o kadar yoksuldu ki tarif etmek imkansız. Çocukluğumdaki yoksulluğu hatırladıkça, büyük acılar yaşayanlar için gözyaşına boğuluyorum.

O dönemde hiçbir köyde elektrik yoktu. İnsanlarımız gaz lambaları veya ‘çıra’larla evlerini aydınlatıyordu…

İnsanlarımızın tükettiği ekmek, buğday yerine Kürtçe ‘gılgıl’ denilen mısır unundan yapılıyordu. Çocukluğumda buğday ekmeği tüketiyordum ama bu ekmekten yediğimi de hatırlıyorum. Kürtçe ‘Ce’ denilen arpa ekmeği yiyen aileler gerçeğini de biliyorum. Büyüklerimizin anlatımlarına göre çocukluğumdan 10 yıl öncesine kadar ayrıca ‘garıs’ denilen bir ekmek tüketiliyordu ki, Türkçe karşılığını bulamıyorum…

Köyün en zengin, en varlıklı aileleri bile örneğin öğle yemeğini çay şekerini kattıkları suya(Şerbet deniliyordu) ekmeklerini banarak geçirebilirdi. Mesela sabahtan akşama kadar tarlada çalışan insanları hatırlıyorum, öğle yemekleri kuru ekmek ve yağı çekilmiş ayrandan müteşekkildi.

Bugün Batman kent merkezinde gılgıl veya garıs yiyen kimseyi bulamazsınız…

Yöremizin durumu bugünkü Afrika koşullarından daha kötü bir durumdaydı diyebilirim…

Bugün o yoksulluk yok. En yoksul insanımız bile o dönemin köy ağaları gibidir diye düşünüyorum.

Yine çocukluğumdan birkaç örnek vereyim. Ulaşımda büyük sıkıntı yaşanıyordu, çünkü bırakın köyleri, ilçe merkezine giden şose bir yoldan başka araçların geçebileceği bir yol yoktu. O yoldan günde geçen araç sayısı 10’u bulmazdı.

Vatandaşların giyimini hatırlıyorum. Hepimiz yamalı elbiseler giyerdik. Bugün yamalı elbise giyen var mı?

Spor ayakkabı veya kundura giyen tek bir köylü hatırlamıyorum. Herkesin ayağında ‘trabzan’ denilen siyah bir lastik ayakkabı vardı. ‘Cizlevet’ denilen bir ayakkabıyı ise daha varlıklı olanlar giyerdi.

Babalarımız çocukluk dönemlerinde o lastik ayakkabı yerine bez parçalarından yapılan ‘çaroğ’ giyiyorlardı…

Rahmetle andığım yaşlı ninemden defalarca dinlemiştim. Kürtçe’de ‘Ğelay’ denilen ‘kıtlık’ dönemi yaşamışlar. İki kez kıtlık yaşadıklarını belirten ninem, “İnsanlar ‘Ğelay’a reş’(Siyah kıtlık) ’ğelaya mezın’(Büyük ğelay) döneminde neredeyse çocuklarının etlerini yiyeceklerdi. Ot bile bulamadığımız zamanlar olurdu. O dönemde binlerce çocuk açlıktan öldü” demişti.

Evet, günümüz dünyasını o süreçle kıyaslamak mümkün değildir. Çocukluğumdaki yoksulluğu hatırlatmamın temel nedeni şudur: O dönemde en yoksul insanlar bile paylaşımcıydı. Şefkat ve merhametliydiler. Birbirlerine destek olarak yaşamlarını sürebildiler.

Günümüzde o yardımlaşma ve dayanışma ruhunun öldüğünü görüyorum. Paylaşımcı olmadığımız için herkes kendine istiyor. O nedenle 21. yüzyıla yelken açan dünya gemisinde olmamıza karşın, yanı başımızdaki insanlarla ekmeğimizi paylaşmıyoruz.

Yoksulluk, fakirlik bu halkın kaderi değildir. Öncelikle bu gerçeği bileceğiz. Yöremiz, yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarıyla ‘Afrika’ değil, ‘Avrupa’ koşullarını yaşamalıdır. Eğer bu koşulları yaşamıyorsak, bunun nedenlerine kafa yormalıyız.’

Yoksulluğun ne olduğunu, açlık sınırını günümüz toplumu bilmez. Biraz da bu cihetten bakıp, psikolojimizi bozmayalım. Bizi yoksulluğa düçar eden, açlık sınırına süren gelişmeleri iyi analiz edelim ve değişim için üzerimize düşeni yapalım. Ama enseyi de karartmayalım…