“Her nefis ölümü tadacaktır” dolayısıyla her canlı ve bunun bir türü olan insan da ölümü tadacaktır. Bedeni mutlak suretle cenazeye dönüşecektir.

Ölülerin sorun çıkarmaları, tartışmaları söz konusu değil. Bu işler yaşayanlar için geçerlidir. İnsanlar yaşarken ne kadar sorun yaşarlarsa yaşasınlar öldükten sonra gerekli saygıyı görmeliler. Bu saygı hem cenazenin kendisi için hem onun sahipleri veya yakınları için de gereklidir. Çünkü bir cenazeye duyulan saygı aynı zamanda onun sahiplerine de gösterilmiş olur.

Cenazeye saygı gösterilmesi konusu tarih boyunca tartışılmış sonuçta hem dinen hem de ahlaken bir kurala bağlanmıştır. Cesede eziyet edilmemesi, üzerine basılmaması, gömülmesi ve benzeri işler benimsenen kurallardan birkaç tanesidir.

Konu ile ilgili hadisler ve olaylar mevcuttur lakin biz asıl meseleye yoğunlaşalım. Tarihte savaş meydanlarında kılıç kalkanla savaşanlar döneminden beri ölülerin toplanması ve gömülmesi veya toplumun inanışına göre gerekli görevlerin yerine getirilmesi için etik haline getirilen kurallar vardı. Mesela savaşa ara verildiğinde herkes savaş meydanındaki yaralılarını ve ölülerini toplar ve kendi cephesine götürürdü. Bu toplama zamanında kimse kimseyle savaşmaz başkasının cenazesine saygısızlık yapmazdı. Savaş meydanında yaşanan yaşandığı anla sınırlı kalırdı.

Ancak dünya değişti koşullar da değişti. Artık meydanlarda çarpışmalardan ziyade farklı metotlarla savaşılıyor lakin cenaze ve cesede saygı meselesi yine aynı etik kurallarla sürüyor.

Her kim bu kuralı ihlal ederse yaptığı insanlığa saygısızlık olarak kabul edilir.

Bu yazıyı yazdıran husus Irak sınırından Türkiye’ye giriş için günlerce bekletilen 13 cenazenin durumudur. Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiğini duyurduğu ve savaş açtığını söylediği DAIŞ çetesi karşısında savaşan ve Rojavada öldürülen 13 Türkiye cumhuriyeti vatandaşı gencin cenazelerinin ülkeye girişleri ve gömülmeleri yetkililer tarafından engelleniyor.

Yapılması gereken cenazelerin bulundukları bölgeden devlet imkânları ile ülkeye getirmeleri ve istenilen şehitliğe gömülmesidir.

Çünkü devlet her kim olursa olsun suçlu veya suçsuz kendi vatandaşını dünyanın neresinde olursa olsun bulmak,sahip çıkmak ve ülkeye getirmekle yükümlüdür. Ancak ne yaman çelişkidir ki bu cenazeler ülkeye sokulmuyor. Zorla başka alanda gömülmeleri için politikalar yürütülüyor. Bu bırakalım devlet vatandaşlık hukukuna savaş hukukuna bile sığmayan dar bir anlayışın ürünü olan bir yaklaşımdır. Net bir ayırımcılık politikasıdır.

Devlet duyguları olan bir varlık değil ilkeleri ve kuralları ile hareket eden bir yapıdır. Canım böyle istedi böyle yapacağım tavırları sergileyemez.
Bu konunun yürütücüleri ya dinen ya ahlaken ya da insani bir yaklaşımla meseleye yönelmeliydiler. Çünkü bu sorun sadece bu 13 cenazenin durumu ile alakalı bir durum değildir. Yarın ülkeye gelmesi gereken başka cenazeler de olacak veya bırakalım yurtdışını yurt içinde bile çatışmalarda öldürülen insanlar olacak o zaman devlet yetkilileri bu cenazelerin alınıp gömülmesini engelleyen bir tavır mı takınacak?

Bu niyette olanlar varsa bu konunun devlete yarar yerine çok zarar veren bir yaklaşım olacağını şimdiden temel bir görev olarak hatırlatalım. Çünkü ölen birinin vücuduna yani cenazesine, cesedine eziyet etmek, küçük düşürücü tavırlar sergilemek, parçalar kopartmak gibi tavırların insanlığı ne duruma düşürdüğünü biliyoruz.

Geçmişte bu tür sıkıntılar yaşandı. Çatışmalarda yaşamını yitiren PKK üyelerinin cenazelerinin alınmasına engeller çıkarıldı. Cesetlerin bütünlüğüne zarar verildi ve bu yaklaşımın fotoğrafları ülke ve dünya basınında yayınlandı. Sonucun iç açıcı ve övünülecek bir durum olmadığı da anlaşıldı.

Büyük umutların bağlandığı çözüm süreci kişisel meseleler nedeniyle yine tıkanma aşamasına geldi ve çatışmalar başladı. Aslında başlayan sadece çatışma boyutlu değil aynı zaman da bir savaş. Onlarca savaş uçağının katıldığı operasyonları küçük çatışma tarifi ile tanımlamak az kalıyor. Öyle görünüyor ki yöneticilerimizin yüksek becerisizlikleri nedeniyle sorunu siyaseten çözememelerinden kaynaklı olarak insanlarımız yaşamlarını yitirecek. Bu durumda bize düşen ise insani çağrıları yinelemekten ibaret oluyor. Ne olursa olsun çatışmalar hangi boyutta sürerse sürsün kırkıncı kapıyı açık tutmak gerekiyor. Bu süreçte 39 kapı kapansa bile kırkıncı kapıyı açık bırakmak barışseverlerin görevi olmalı. Bunun için de etik olan değerlerin korunması konusunda bütün aydınların hassasiyet göstermesi gerekiyor. Bunlardan biri de yaşamlarını yitirenlerin cenazelerinin teslim alınması ve gömülmesi işlerinde konunun insani boyutunun unutulmamasıdır.

Bu vesile ile konuyu hatırlatırken bu yazının yazıldığı saatlerde ülkeye girişlerine izin verilmeyen cenazelerin bir an önce ülkeye kabul edilmesini diliyoruz.