Zalim ve gaddar Baas rejiminin 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe'de gerçekleştirdiği katliamın yıldönümündeyiz bugün. Yeni Halepçelerin dünyanın hiçbir yerinde yaşanmaması için dua edip, zalimleri nefretle kınayarak, geleneğimi bozmuyor ve geleneksel yazımı yeni okurlarıma sunuyorum:

Kışın soğuk günlerinin ardından havaların ısınmaya, suların gürül gürül akmaya, ağaçların tomurcuklanıp rengarenk çiçekler açmaya başladığı bir mevsimi kim sevmez?..

Rengârenk kelebeklerin çiçekten çiçeğe konmaya,

Pırpızek ve Nergislerin beyaz güllerini açmaya,

doyumsuz güzel kokuların(Kekik, Menekşe vs) kırları kuşatmaya başladığı mevsimi sevmeyen var mı?

Evet, bahardan söz ediyorum. Haşrin, yeniden dirilişin, neşe ve sevincin kaynağı İlkbahardan…

Ne zaman memleketime bahar gelse, belirttiğim güzelliklere rağmen yüreğimin taa derinliklerinde bir sızı-acı duyarım…

Neden?

Çünkü bahara doymayan çocukları hatırlarım…

Kırlardan topladıkları çiçekleri, ‘pivok’ demetlerini annelerine vermeye koşarken, bir anda cansız kalan çocuklar gelir gözümün önüne…

Her baharda aynı acıyı yaşarım…

HALEPÇE BİR SEMBOLDÜR…

Çünkü Halepçe sokaklarında cansız yatan masumlar, çocuklarını kurtarmak isterken kol kanat geren ama cansız kalan babalar gelir gözlerimin önüne…

Her 16 Mart’larda Halepçe’yi yazmakla, insanlığa karşı görevimi yaptığıma inanıyorum. Dünyanın başka ülkelerinde yeni Halepçelerin yaşanmaması için yazıyorum. İlk yazımda vurguladığım gibi;

Halepçe bir semboldür…

Halepçe bir nişandır…

Halepçe, zalimlerin ne kadar alçalabileceğinin somut kanıtıdır…

Bekoların olduğu dünyada, Mem-ü Zinler nasıl mesut olamıyorsa, Saddamların olduğu bir dünyada da insanlar huzurlu olamazlar.

Kan emici diktatörler, Halepçeler yaratarak insanlığa karşı suç işleyebilirler. Ama tarihin lanetinden kurtulamazlar…(nitekim Saddam da kurtulamadı.)

Evet, yazımın girişinde ifade ettiğim gibi, en güzel mevsim baharı herkes sever. Ama baharı bir de Halepçelilere sorun!..

Onlar her yenibaharı yasla karşılıyorlar. Çünkü Halepçeliler, bir anda nefessiz kalıp boğulan, kan kusup ölen beş bin kadın, çocuk, yaşlı ve genci hatırlıyorlar, her yeni baharda…

Bugünkü nesiller Halepçe’yi pek bilmiyorlar. Oysa Nagazaki ve Hiroşima neyse, Halepçe de odur.

Halepçe, jahr-ı kimya (Kimyasal gazlar) ile yapılan soykırımın tarihsel anıtıdır…

16 Mart 1988’de zalim Saddam’ın emriyle Halepçe’nin üzerine kimyasal gazlar püskürtülür. 16 Mart 1988 tarihinde Irak’ın Halepçe kentinde, ‘jahr-ı kimya’ adı verilen kitlesel imha silahı kullanılmıştı. Uçaklardan kentin üzerine serpilen hardal gazı ve diğer zehirler bir anda etkisini gösterir. Binlerce insan bir anda nefessiz kalır…

Halepçe’nin cadde ve sokakları, evlerin avluları cansız bedenlerle dolar. Çocuklarını kurtarmak isteyen anne ve babaların sonradan çekilen görüntüleri tarihe ibret vesikası olarak geçer. Nefes alan, solunum yapan her canlı kimyasal gazların kurbanı olurken, insanlık tarihine kara bir leke düşürülmüştü…

O dönemler dünya, Halepçe’ye karşı kör ve sağırdı…

Başta halkı Müslüman olan ülkeler olmak üzere herkes Halepçe'ye duyarsızdı…

HALEPÇE UNUTULMAZ…

Halepçe üzerinden 31 yıl geçti. Ancak Halepçe’yi dün gibi hatırlıyorum. Halepçe katliamı sonrasında mazlum ve Müslüman bir halkın soykırımına seyirci kalanları hatırladığım gibi…

1990'dan bu yana her 16 Mart tarihi geldiğinde Halepçe mazlumlarını rahmetle anarken, zalimlere karşı duyarlılık çağrısında bulunuyorum.

Halepçe özellikle seçilmişti. Çünkü Halepçe’nin Müslüman halkı dinine bağlıydı…

Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban 7 Aralık 2002 tarihli ‘The Sydney Morning Herald’ gazetesinde yayımlanan makalesinden: “Halepçe’de özürlü doğum oranı Hiroşima ve Nagazakiden 4-5 kat fazla. Sivil halka karşı bu tür ve bu büyüklükte bir bombalama, o zamana kadar Ortadoğu’da hiçbir yerde gerçekleştirilmemişti. Uzmanların açıklamalarına göre; Halepçe’de 12 kimyasaldan oluşan bir kokteyl kullanıldı. Bir kimyasal silah olan ‘kokteyl’in içinde; deriye, gözlere, boğaza ve akciğere büyük zarar veren Hardal gazı da bulunuyordu. İnsanların maruz kaldığı kimyasal silahlar, deri ve göze zarar veriyor, su ve yiyeceklere kolayca karışıyor ve solunum sistemini de bozuyordu. Uzmanlar Hardal gazının etkilerini şu şekilde açıklıyor: ‘Nagazaki ve Hiroşima’da iyonlaşan atomların tersine Hardal gazı gelecekteki nesil için de inanılmaz zararlar taşıyor. 10 yıl sonra bile insanlar çeşitli acılar çekiyor, özellikle uzun vadede DNA üzerinde yaptığı zarar var.’ Hayvanlar üzerinde dahi kullanılması yasak olan kimyasal silahlar Nagazaki ve Hiroşima‘dan sonra en yaygın biçimiyle ilk kez Kürtler üzerinde denendi. Kendilerini Demokrasi ve insan hakları ‘savunucusu’ olarak gören batılı ülkeler, dönemin faşist Irak devletine sattıkları Hardal, Tabun ve Sarin gibi her türlü canlıyı yok edici kimyasal gazlarla iki gün boyunca Halepçe bombalanmış, çoğu çocuk, kadın ve yaşlı insan katledilmiş, 15 binden fazla insan da ömür boyu çeşitli hastalıkları taşıyacak şekilde yaralanmıştır.”

Halepçe’nin acısı hala çok taze ve sıcak. O günün genç anneleri yaşlanmış olabilirler ama yüreklerindeki yara hala tedavi edilemedi, edilemez de. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak düşen Halepçe’nin unutulmaması gerekiyor.

Saddam’a kimyasal silahlar verenler dünya egemenleriydi. O emperyalist güçler hakim oldukları medya gücüne rağmen Halepçe’yi unutturamadılar. Dünyanın başka bir coğrafyasında yeni Halepçelerin yaşanmaması adına o insanlık dramını unutturmamalıyız.

Halepçe’yi unutturmayacağız, unutturmamalıyız. Kitlesel her kıyıma karşı duyarlı olacağız. Nerede masum insanlara karşı bir suç işlense, duyarlı olmak zorundayız. Mazlumun dinine, diline, rengine bakmadan yanında olacağız, olmalıyız…

Halepçe’nin mazlumlarını bir kere daha rahmetle anıyor, zalimleri kınıyor, insanlık ailesinin bu zulümden tiksinti duymasını diliyorum.