İnsanlığın teknolojiyi geliştirdiği, bilginin hızla çoğalıp yayıldığı günümüz dünyasında insanlar da haliyle bu bilgiden nasibini öyle ya da böyle alıyor. Demem o ki bu bilgi edinimi sağlıklı olabildiği gibi temelsiz ve yanlış da olabiliyor.

Gündelik yaşantımızda pek çok kez belli bir konuda doğru bilgiye sahip olmayan, ehliyetsiz bir o kadar da kibirli kişilerle sanırım sizler de karşılaşmışsınızdır. Kendini allame zanneden, bilgi fukarası bu kişilerin kitle iletişim araçlarından ve daha başka bilgi kanallarından edindiği bilgilerle bu hallerinin farkında olmadan alanında uzman ve yetkili kişileri, işlerini bilmemekle eleştirmekte ve bu gibi kişilere neredeyse işini öğretmeye çalışmaktadır.

Bu tür tipler genellikle öğretmen, doktor ve imamlara meslekleri icabı halka yakın olmaları sebebiyle musallat olmaktadır. Birçok kez sohbet ortamlarında bu türden konuşmalara şahit olduğumu söyleyebilirim. Hatta doktora akıl ve fikir veren, eleştiren, tedavi yöntemlerini ve mesleki bilgilerini sorgulayan hasta tiplerine de zaman zaman tanık oldum. Bir eğitimci olarak da bu tür durumlarla sıklıkla karşılaştım. Öğretmene çocuğunu sormaya gelen duyarlı veliler kadar çocuğu ile ilgili kendince öğretmene ayar çekmeye, tavsiye vermeye hatta öğretmenin uygulamış olduğu metotları bile sorgulamaya kalkan veli tipleri ile de karşılaştım. Bu tür kişiler internetten okudukları üç beş yazı veya televizyondan izledikleri birkaç program ve haberle konu ile ilgili bilgi sahibi olduklarını düşünüp rahatlıkla doktora, öğretmene ve her türlü meslek erbabı uzman kişilerle boy ölçüşebileceklerini düşünebilmektedir.

Toplumumuzda bu türden durumlar için söylenegelmiş lafı gediğine oturtan sözler hiç de az değildir. Aslında bu tür tipler tarihin her döneminde bizim gibi tipler de var dercesine bu davranışını asırlar boyu tekrarlayarak günümüze kadar getirmiştir. Ancak öyle sanıyorum ki günümüzde bu tür tipler tavan yapmış durumda…

Kimi zaman tarihte büyük başarırla imza atmış bir komutan, bir bilim insanı veya devlet adamı bu tür kişilerin sözleri ve eleştirileri ile yerle yeksan olabiliyor. Oturduğu yerden tarihin seyrini değiştirmiş büyük olaylara kadar analizler yapıp eleştirilerini gayet rahat bir şekilde yapabiliyor. Bu tiplerden biri de Mevlana’ya çatınca almış cevabını…

Mevlana’ya sormuşlar o kadar yazarsın, o kadar okursun ne bilirsin? Mevlana şu yanıtı verir:

“Haddimi bilirim.”

Bu durumun yanında yarımda olsa öğrendiklerini konunun uzmanlarıyla bir araya geldiğinde teyit etmek ya da doğru olup olmadığını anlamak için samimiyetle öğrenmek için işin ehline sorduğunda bu seferde ilgili uzman ya da ehil kişi tarafından haksız bir şekilde terslendiğini ve eleştirildiğini de belirtmek durumundayım. Bu iki tutumunda sağlıklı bilgi edinme ve iletişim açısından doğru olmadığını belirtmek gerekir.

Özetle söylemek gerekirse öğrendiğimiz yarım ve eksik bilgilerle bir kiloluk kantar olduğumuzu unutup bin kiloluk ağırlığı tartmaya kalmak ancak haddini bilmemektir. Öte yandan bildiklerimizi karşımızdakilerin bilemeyeceğini anlayamayacağını düşünmek de bir o kadar yanlıştır.

Ben bilmediğimi bildiğim için, diğer insanlardan akıllıyım. (Sokrates)

En çok inandığımız şeyler, en az bildiklerimizdir.(Montaigne)

Bildiğini bilmek, bilmediğini de bilmek gerçek olgunluktur. Olgun insan; sözlerinde ağır, davranışlarında ise acelecidir. (Konfüçyüs)