Bugün 23 Mart. Büyük bir İslam mütefekkiri olan Bediuzzaman’ın vefat yıldönümü. Kendilerini ona nispet edip, nice olumsuzluklarla adlarından söz ettiren şahıs, cemaat ve yapıların olduğunu biliyorum…
15 Temmuz darbe girişimcileri de kendilerini Bediuzzaman’a (Zamanın garibi) nispet ediyordu. Tarih boyunca İslam adına istismar yaparak barbarlıkla nam salanların günahlarını o yüce dine mal edemeyeceğimiz gibi, Bediuzzaman adına hareket edip, savunduğu değerleri istismar edenleri de değerli Seyda’ya mal edemeyiz. Kendilerini ona nispet edip, savunduğu değerleri istismar edenleri Allah’a havale ediyorum.
Yirminci yüzyıla damgasını vurmuş İslam Mütefekkiri, Kürt halkının medarı iftiharı Bediuzzaman Said Nursi-Kürdi 23 Mart 1960 tarihinde vefat etmişti. Bugün O büyük İslam âliminin, değerli Seydamızın vefat yıldönümü. Bugün Bediuzzaman dışında bir yazı yazmak gelmez içimden. Kendisini bir kez daha geleneği bozmayan değerlendirmemle rahmetle, hürmetle anıyor, bakış açımı yeni okurlarıma arz ediyorum: Ekseriyetle halkı Müslüman coğrafya olarak bilinen Ortadoğu cayır cayır yanıyor. İslam adı kullanılarak yaşatılan savaşlar, vahşetler, barbarlıklar, gaddarlıklar, alçaklıklar ve katliamlar başımızın önümüze eğilmesine neden oluyor…
Zalimlerin karşısına korkusuzca dikilip, Hakkı ve adaleti savunan Bediuzzaman’ın reçetelerinin önemini bir kere daha hatırlatmayı görev biliyorum. Yirminci yüzyılda en sorunlu bir coğrafyada yaşam sürmüş, inandığı dava uğruna en ağır bedelleri ödemiş zatlardan-şahsiyetlerden birisi kimdir diye bana bir soru sorulursa, hiç düşünmeden ‘Bediuzzaman’ diye cevap veririm. Eminim benim gibi cevap verecek belki milyonlar vardır…
Bediuzzaman, Sait Nursi veya Said-i Kürdi olarak tanınan o değerli şahsiyet gerçekten de çok zorlu bir süreçte tarihe geçmiştir. Dürüstlüğü, takvası ve mütevaziliğinin yanı sıra, cesareti ile de adından söz ettirmiştir. O, karanlık zindanların dehlizlerine ve sürgünlerdeki yaşamına rağmen yazdıklarıyla mazlumların hamiliğini yapmış, zalimlerin ise korkulu rüyası olmuştur.
DERSLERİNE İHTİYACIMIZ VAR…
O değerli Alimin eserlerini okurken, gerçekten farklı alemlere gidiyor, mest oluyorum. Şu sözleri karşısında derin düşüncelere dalmaz mısınız?; “Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak. Hayat ise, eğer İmân olmazsa veyahut isyan ile o İmân tesir etmezse, hayat zâhirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyâde elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır.”
Bu sözlerinin derin anlamları vardır. Batman gençliğinin de bu vaaza ihtiyacı var. İnternet cafelerde değerli vakitlerini boş işlerle geçiren ve çok büyük bir tehlikenin eşiğinde olan gençlerimizin, o büyük Seyda´ya, Üstada kulak vermesinde yarar vardır.
Hakim güçlerden korkmayan, inandığı değerler uğruna hayatını çekinmeden ortaya koyan ve “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diye haykıran Bediuzzaman´ın derslerine gerçekten de ihtiyacımız var. Bediuzzaman´ı okumalı ve tanımalıyız. O, sadece asrında yaşayanlara hitap etmemişti. Belki gelecek nesillere de nutuk çekmiş, hitap etmişti.
Hiçbir hizip, hiçbir cemaat ve hiçbir fraksiyonun etkisinde kalmadan Bediuzzaman´ı tanıyalım. Verdiği mücadeleyi anlayalım. Şu ifadelerini lütfen dikkatle okuyalım; “Ben hapishane denilen âlem-i berzahın kapısında dururken ve darağacı denilen istasyonda âhirete giden şimendiferi beklerken, cemiyet-i beşeriyenin gaddarane hallerini tenkit ederek, değil yalnız sizlere, belki bu zamandaki nev-i benî beşere irad ettiğim bir nutuktur.”
Bediuzzaman, çok zorlu bir yaşam sürmüştür. İnsanlık ailesinin mutluluğu için çırpınmasına karşın, çekmediği eziyet, görmediği işkence kalmamıştı. Ömrünün büyük bir bölümünü sürgünlerde ve zindanlarda geçiren Bediuzzaman, hakkı söylemekten hiçbir zaman çekinmeyen kişiliği ile tarihe altın harflerle adını yazdırmıştır.
“Beni dünyaya çağırma, Ona geldim fenâ gördüm” diyen Bediuzzaman’a en çok ihtiyaç duyulan bir süreçten geçiyoruz. 21. yüzyıla yelken açan ülkemizin sorunlarla boğuşurken, gerçekten de reçetelerine ihtiyacımızın olduğunu görüyorum. Ne yazık ki hayatlarını insanların geleceği için vakfeden değerli şahsiyetleri toplum ve hakim güçler zamanında anlayamıyor. Onlara gereken değeri zamanında veremiyorlar. Aksine, toplumun değişimi için farklı fikirleri savunduklarından böylelerine dünyayı zindan ediyorlar…
Bediuzzaman’a da zamanında dünyayı zindan etmişlerdi. Kendisi için değil, toplum için hakim güçleri uyaran Bediuzzaman, karşılığını zindanlara atılmakla görmüştür.
Ömrünün son dönemlerinde bile hep zalimane davranışlarla karşılaşmıştır.
Yaşamının son günlerinde bile gizlice Şanlıurfa’ya gelmişti. Sürgünde bir yaşamla hayatı son bulmuştur. Halbuki dünya için en ufak bir talebi yoktu. O, sadece çözüm reçeteleri sunuyordu. Gelecekte sorunların yaşanmaması için sunduğu reçeteler yüzünden kendisine bu kötü muameleler reva görülüyordu.
Değerli Okurlar, Bedizzaman’ın çok zor şartlar altında kaleme aldığı eserleri bugün onlarca ülkede yayımlanıyor. Bazı ülkelerde ders kitabı olarak eserlerine müracaat ediliyor. Bediuzzaman’ın ifade ettiği gibi, ölümsüz eserleri onun fani vücudundan daha çok dine, topluma, insanlığa hizmet ediyor.
BEDİUZZAMAN’DAN VECİZELER…
Şu veciz ifadeler de Bediuzzaman’a aittir: "Aklın nuru/ışığı fen ilimleridir, vicdanın ziyası/aydınlığı ise din ilimleridir. Her ikisinin birliği ile hakikat/gerçek ortaya çıkar. Birbirinden ayrıldıklarında ise; fen ve felsefeden hile, inkâr ve şüphe çıkar. Diğer taraftan da taassup, yobazlık ve bağnazlık oluşur.
Hakkın hatırını kırmayacağım, hakikati söyleyeceğim. Zira Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez. Kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yalnız hak sağ olsun.
Büyüklüğün şe’ni (hal ve tavrı), tevazu ve mahviyettir (alçak gönüllü olmaktır); tekebbür ve tahakküm (gurur ve zorbalık) değildir.
Canavar vicdanı taşıyanlara karşı dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecavüze sevk eder.
Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!
Üçüncü Cinâyet: İstanbul’da yirmi bine yakın hemşehrilerime meşrûtiyeti telkin ettim. Bizim düşmanımızın cehâlet, zarûret ve ihtilaf olduğunu, bu üç düşmana karşı san'at, mârifet ve ittifak silâhıyla cihad edeceğimizi; husûmete vaktimizin olmadığını anlattım. Demek cinâyet sayılmış ki, bu mahkemeye verildim!
Dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.”