Röportaj: Melek Barış


Barış iyi niyetle gelir

Savaşa ve çatışmaya hep karşı olduklarını, kaybedenin bu ülke olduğunu her zaman dile getiren bir siyasi hareket olduklarını söyleyen Batman Belediye Başkanı Serhat Temel, yenilenler ve yenenler üzerine bir kurgu olmadan bir noktaya ulaşabilirlerse, Türkiye’nin halklarının iç içe yaşayacağını ve kazanacağını, "Bu formülde şu andaki süreçte kaybeden değil ‘kazan-kazan’ mantığı var."şeklinde konuştu.

Çözüm sürecinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barış süreci bizim açımızdan her anlamada olumlu bir süreç. Yıllardır bunun üzerinde siyaset yaptık. BDP olarak savaşın, çatışmanın, ölümün bu ülkeye ve halka hiçbir şey kazandırmadığını aslında kaybettirdiğini bu ülkenin birçok potansiyelini, enerjisini, mali kaynaklarının heba edildiğini söyleyen bir siyasal hareketiz. Bu manada bu sürece gelinmiş olması bizim için olumlu ve sevinçlidir. Her halükarda bu süreç desteklenmelidir. Çünkü bu barış süreci gerçekten istenilen, birbirini kandırmadan, yenilenler ve yenenler üzerine bir kurgu olmadan bir noktaya ulaşabilirlerse Türkiye’de halklar iç içe yaşayacak ve Türkiye kazanacak. Bu formülde şu andaki süreçte kaybeden değil ‘kazan-kazan’ mantığı var. Yani sende kazan bende kazanayım, birlikte kazanalım ki, ortaya güçlü bir potansiyel çıksın.


Peki, Türkiye hak ettiği yerde midir?

Türkiye her anlamda hak ettiğinin çok gerisinde bir yerdedir. Ekonomik, teknolojik, kültürel, sosyal ve sanatsal olarak da Türkiye’nin potansiyeli çok daha yüksek fakat Türkiye’yi geriye çeken 35 yıldır süren bir çatışma ortamıdır. Şu anda bu çatışmanın ortadan kalkma ihtimali bile, son iki ayda büyük bir hareket ve sinerji getirdi. Bu bile başlı başına bir potansiyeldir ve bu sürecin ne kadar kazandıracağı konusunda bir göstergedir. Bu anlamda biz süreci olumlu buluyor ve destekliyoruz. Sayın Öcalan’ın İmralı’da büyük bir risk alarak, bir noktada Sayın Başbakan’ın da risk alarak başlattığı bu süreç kesinlikle başarıya gitmek zorundadır. 

Bu süreçte AK Parti Hükümetini nasıl okuyorsunuz?

Nihayetinde ortada bir sorun var ve bu sorunun çözülmesi lazım. Biz ya da Sayın Öcalan bugün bu riski göze alıp silahların susması, geriye çekilme, ülke dışına çıkma hatta mümkünse silahsızlandırma süreci başlamışsa Sayın Öcalan kendi kitlesine, kendi örgütüne Türkiye’deki demokratik siyasete inandığı için bu süreci başlatmıştır. Mesele burada AK Parti Hükümetine güvenip güvenmeme sorunu değil. AK Parti muhtemelen kendi siyasetini yapıyordur. Bir siyasal organizasyondur. Sayın Başbakan bu işin bizzat sorumlusudur. O da ileriye dönük bazı siyasal hesaplar yapıyordur, bu da gayet doğaldır. Burada öz olan ve anlaşılması gereken karşılıklı güven artırıcı adımlarla süreci yürütebilmektir. Ben olaya bu açıdan bakılması gerektiğini düşünüyorum. Biz kendimize güveniyoruz. Biz barışı ve kardeşliği isteyen güçler olarak bu süreci bu noktaya getirdik. Nihayetinde şu anda var olan bu durum kendiliğinden olmadı. Bir mücadeleyle bu noktaya geldi. Birkaç ay öncesine kadar açlık grevleri vardı. İnanılmaz bir direniş vardı. Bu da sürekli devleti rahatsız eden, hükümetin yol almasını engelleyen bir durumdur. Bu açıdan hükümet bu noktaya gelmek durumunda kaldı. Bir de dış faktörler var, Uluslar arası güçler var. Ortadoğu gibi bir yerde kalıyoruz, böyle bir müdahale de var. AK Parti Hükümetine Türkiye Devletine ‘artık bu sorunu da çözün’ gibi bir baskı da var. Hem Suriye, hem İran mevzusuna bağlantılı bir şekilde bir dayatma da var. Bu nedenle tek başına AK Parti Hükümetinin isteyip istememekle yürüyeceğini düşünmüyorum. AK Parti istemese de, var olan bu reel durumlar AK Partiyi bu yöne yürütmeye çalışacaktır.

Barış Süreci terse döner mi?

Böyle bir durum çok tehlikeli olur. Bu saatten sonra gerek Öcalan, gerek Kandil, gerekse bizler yani bu işin Kürt tarafı, gerekse devlet ve yürüttüğü hükümet geri adım atarsa her iki taraf da çok kötü kaybeder. Büyük bir risk göze alınmıştır ve bu risk iki taraf için de geçerlidir. Bu saatten sonra sağa sola yalpalayıp ‘geriye dönsek daha mı iyi olur’ şansı kalmamıştır. Sil baştan yapma hükümete kaybettirecektir. Yine bu işin diğer tarafı olan Kürt siyasetine kaybettirecektir. Ve önceki yıllardan 30-35 yıllık çatışma ortamından çok daha üst düzeyde tahayyül bile edilemeyecek bir şiddet ortamı oluşacaktır. Bir boğazlaşmaya dahi gidilebilecektir. Bu anlamda böyle bir şeyin düşünülmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. Bu süreç başlamıştır, zor da olsa, inişli- çıkışlı da olsa, duraklasa da. Ki, bu müzakerelerin özünde olan bir şeydir. Sadece ülkemizi ilgilendiren bir durum değil. Dünyanın birçok yerinde buna benzer pratikler yaşanmıştır. İrlanda-İngiltere pratiğinde masaya ilk oturduklarında birbirlerinin ellerini bile sıkmamışlardır. İkinci üçüncü görüşmelerinde dahi müzakere yaptıkları yerin karşısında bomba patlamıştır.  Bu kadar zor şartlarda müzakere bu noktaya gelinebilmişse, Türkiye’de şu anda var olan sürecin bütün bu risklerine ve önümüzdeki süreçte olabilecek provokasyonlara rağmen Hükümetin de, Kürt tarafının da buna hazırlıklı olduğunu ve bütün bunlara rağmen yürüyeceğini-yürümesi gerektiğini düşünüyorum.

Akil İnsanlar Komisyonuyla ilgili düşünceleriniz nedir?

Akil insanlar heyeti ilk söylenmeye başlandığında ki, bu yeni bir söylem de değil, yıllardır hem Öcalan tarafında, bir dönem de CHP tarafından da dile getirilen, Türkiye’deki bu çatışma ortamında son 30-35 yılını tabiri caizse araştırarak hakikatler komisyonu gibi çalışabilecek bir formülasyondan bahsediyoruz. Maalesef ben bu öngördüğüm çerçevede bir akil insanlar komisyonu göremedim. İçinde çok olumlu, aydın, kafasını bu işe yormuş olanlar var ama bence hiç hak etmediği halde sırf hükümete yakınlığından dolayı, hükümetin tezlerini politikalarını benimsediği için orada olanlar var.  Bu anlamda bu komisyonu çok güçlü görmüyorum. Onların karşılaşabileceği bu sorunun yükü onlara fazla gelecek. Çünkü bu işi bilmek de gerekiyor. Sadece iyi bir insan ve demokrat olmak barışı istemek için yetmiyor.


Eksik olan nedir?

Bu sorunun kaynağı nedir, neden ortaya çıktı, 30-35 yıllık çatışma ortamında neler yaşandığının panoramasını bilmek ve tespit etmek lazım. En başta bunu bilmeli. Bilmediğin zaman karşındakinin hassasiyetini de anlayamazsın. Heyet bölgeye gelip bu çatışmada hayatını kaybetmiş birinin ailesine gittiğinde, nasıl yaklaşmasını da bilmek zorundadır. Bu nedenle bu sorunun tarihçesini de iyi bilmek gerekiyor. Komisyon üyelerinin tarihe tanıklık etmiş olması lazım. Sırça köşkte oturup sorunu çözeceğim demekle olmuyor. Bu anlamda akil insanların, hükümetin denetiminde ya da tekelinde kurulmuş olmasını sürecin felsefesi açısından eksik görüyorum.

Akil Komisyonundan beklentileriniz nelerdir?

Başbakanlık talimatıyla AK Partinin 45 milletvekili bölgeyi ziyareti ettiler. Birlikte yemek yedik. Orada onlara şunu söyledim: Bizi barışa ikna etmeye çalışmayın, biz zaten barıştan yanayız. Barışın gelmesi, akan kanın durması için bu coğrafyada mücadele eden ve buna hassasiyet gösteren bir toplumdan oluşuyoruz. Bence bunu Karadeniz’de, İçanadolu’da Ege’nin bazı bölgelerinde konuşun ve anlatın. Bize geldiniz, hoş geldiniz. Burada gördüklerinizi gidip diğer bölgelere anlatın, fakat bizi ikna etmeye çalışmayın. Biz zaten barıştan yanayız. Akil insanlarda öyle bizi ikna etmeye çalışmasınlar. Bize akıl vermeye de çalışmasınlar. Ben idea ediyorum Akil insanlardan biri gelsin ve gidip Koçerler Kahvesinde otursun akıl alacaktır. Akıl veremeyecektir.  Bu ukalalık olarak anlaşılmasın, reel olan durum bu. Bizim beklentimiz sürecin yürüyeceği ve bu coğrafyaya barışın geleceği noktasında bu toplumu ikna etmek. Bunun üslubunu ve dilini konuşabilmeleridir. ‘Hükümet-Devlet gerçekten kararlıdır. Ne olursa olsun, neye mal olursa olsun bu süreç başarıyla, onurlu ve kalıcı bir barışla noktalanacaktır. Herkes çektiği bedellerin karşılığını görecektir. Anayasa da kimliğiniz, kültürünüz, diliniz ile ilgili çözümler yer alacaktır. Yerel yönetimlere sınırsız ya da merkezi yetkilerin yerel yönetimlere verileceği noktasında Anayasa da bir düzenlemenin olacağı, sonuçta bir genel af olacağı ve hükümetin bu konularda kararlı olacağı inancını aşılasınlar.’

Peki, Parlamentodaki dört partinin yeni Anayasa konusunda uzlaşacağına inanıyor musunuz?

Yani bir Anayasadan umutluyum. Gerçi Parlamentoda dört partinin yeni bir Anayasayı oluşturmada birleşeceğine inanmıyorum. Buna ilk günden beri inanmıyorum. Anayasayı hâşâ hâşâ yukarıdan indirilmiş bir kitap gibi gören bu mecliste insanlar var. Mensubu olduğu partiler var. En başta MHP, sonra CHP’nin bir bölümü. Bir profesör açıklama yapıyor ve diyor ki, “Anayasadan Türklük maddesi çıkarılırsa, tek başıma dağa çıkarım.” Tutan varsa namerttir. Ben tutmayacağım seni, ona dağın yolunu da göstereceğim. Görelim bakalım orada iki gün idare edebilecek mi. Bu anlayışın Türkiye’de bir tortu olduğunu Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan hatta Osmanlının son dönemlerine kadar,  Türklük adına hatta belki Türk olmayan ve Türklüğün başına bela olmuş bir yapıdan, daha sonra ismi derin devlet oldu biliyorsunuz bu yapı tabi ki istemeyecektir. Anayasa’daki düzenlemeleri de istemeyeceklerdir. Kürtlerin bu ülkede yaşamasını da istemeyeceklerdir. Kürtlerin bir halk olarak kalmasını da istemeyecektir. Ve ellerinden geleni de yapacaklardır. Bu çerçevede Anayasa’da bir uzlaşma yapılabileceğini zannetmiyorum. Hükümetin eli güçlüdür. BDP olarak Anayasa değişikliğine destek veririz. Birlikte yeni bir Anayasa yapılamazsa da referanduma gidilir ve referandumdan çıkar.

Barış sürecinden umutlu musunuz?

Barış sürecine ilişkin şunu söyleyebilirim. Şimdi yıllarca çatışma oldu ve yıllarca insanlar öldü. 5-6 ay öncesine kadar bile çatışma vardı. Onlarca Türk ve Kürt genci öldü.  Bu savaşın anlamsız olduğunu biz defaten söyledik ve bugün bu noktaya gelindi. Bugün artık herkes bu savaşın anlamsız olduğunu kimseye kazandırmadığını ve iki tarafın da birbirini yenemeyeceği bir noktaya getirdiği anlaşıldı. Devlet öldürerek bitiremeyeceğini, örgütte devlette saldırarak bir orduyu yok edemeyeceğini, kabul etti. Bu artık stabil bir fikir olarak kabul edildi. Bundan nasıl kurtulacağının yollarına bakmak lazım. Örgütün-PKK’nin nasıl ikna edilmesi, silahlara veda noktasına gelinebilmesi önemli ve burada en önemli adım da hükümete düşüyor.  Yasayı çıkaracak olan hükümettir. Ben yakın zamanda hatta bu yıl içerisinde birçok kritik noktaları aşıp çok iyi bir noktaya geleceğini düşünüyorum.  Bu amaçla bu ülkede yaşayan herkesin barışa destek vermesi gerekiyor. Barışa, halkların kardeş olduğuna inanan herkesin barış için bir şey yapması gerektiğine inanıyorum.  Hiç bir şey yapamayanlar dua etsinler. İyi niyetlerini söylesinler.  Barış iyi niyetle gelir. Barışı sağlayacaksak herkesin iyi niyetini ortaya koyması lazım. Bu süreçte barışa şans ve destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Savaş başlatmak çok kolay.  Savaşanları ayırmak çok güçtür. Halkların barışması, kardeşliği inşa etmesi çok daha uzun zaman alır. Parlamentoda bulunan dört parti yeni bir Anayasa yapma konusunda birleşemese de, BDP ve AK Parti işbirliğiyle her halükarda yeni bir Anayasa yapılacak. Yol uzun ve meşakkatli ama umudumu koruyorum.