Henüz 7-8 yaşlarındaydım…
Batman’ın varoşlarında kiralık bir evde oturuyorduk.
Bir kış günüydü, oldukça soğuktu…
Uzun boylu, babağiyit ve nur sakallı dedemin kerpiç bir evi vardı…
Bir takım hazırlıklar yapıyordu…
Dede ne yapıyorsun’ diye sordum…
Evimizi yapıyorum oğlum’ dedi…
Çok sevindim.
Yine soğuk bir günde yanına gittim dedemin…
Yer yatağındaydı…
Soba 'gup, gup' sesiyle yanıyordu…
Üşüyordum…
Gel yanıma’ dedi.
Gittim...
Yanına sokuldum …
Isındım…
…Ve her zaman ki sıcak gülümsemesiyle “Az kaldı oğlum evimiz bitmek üzere” dedi…
Bir süre geçti, sözünü tuttu
Yeni evimizdeydik ve artık üşümüyordum.
***
Henüz 10-11 yaşlarındaydım...
Dedemin inşa ettiği evimizin karşısında şirin bir cami vardı.
Penceremizin yönü camiye dönüktü…
Her ezan sesinde pencereden dışarıya baktığımda dedemi camiye gidişini izlerdim. O caddeden arabalar çok hızlı geçerdi, dedeme çarpar diye çok korkardım… Çok şükür ki hep kazasız geçiyordu karşıya…
Kuran öğrenmemiz için kardeşim Şaban'la birlikte bizi camideki kursa yazdırdı…
Okul sonrası her gün camiye giderdik…
Bir Kadir gecesiydi, niyetlendik sabaha kadar uyanık kalmaya…
Sevabı büyüktü çünkü…
Kara kıştı…
Kar yerdeydi.
Sabah ezanına az bir vakit kala kurstaki arkadaşlarla iddiaya girdik…
Kimin dedesi ilk camiye girerse ona çikolata alacak…”
Pencerelerin önüne koşuştuk…
Ezana dakikalar kalmıştı…
Herkes merakla bekliyordu…
Uzun boylu, babayiğit ve nur sakallı biri caminin bahçesine adımını atıyordu…
"Dedem" diye haykırdım…
Çikolatayı da kazanmıştım…
***
Henüz 14-15 yaşlarındaydım…
Dedemin bir üst katında oturuyorduk.
Okul dönüşü ilk adresim: dedem ve ninemdi…
Onları görmeden eve çıkmazdım…
Acıktığımda ninemin nefis 'kursık'lerini yerdim…
Dedemin dini sohbetlerini de pür dikkat dinlerdim…
Namazlarını düzgün kılıyor musun” diye sorunca kızararak, “Bazen kaçırıyorum” dedim…
Kurêmın” diyerek, önce cehennemin azabını, ardından cennetin güzelliklerini anlattı…
O an anlamıştım namazın ciddiyetini…
***
17-18'de dürüstlüğü,
20-22'lerde olgunluğu,
25-27'lerde de adamlığı öğrendim dedemden…
***
Çok hastalandı, çok acı çekti…
Hepsini de göğüsledi…
Belki sarsıldı ama yıkılmadı…
Taa ki ninemin vefatına kadar…
Boğazım düğümlenerek, “dadê mıriye” diye boynuna atladığımda, yutkunarak önce Kürtçe “Negri kurêmın, serê me sağ be” dedi, ardından kendine has Türkçesiyle “Takdiri ilahi. İsyan etme, ağlama, Allah büyüktür” diyerek beni teselli etti…
O anda bile yıkılmamayı öğretti…
Ancak içten yıkılmıştı, kolay değildi elbet 70 yıllık yoldaşını kaybetmek!
Dedeler de ağlardı elbet…
Gizli gizli ağlıyordu…
Hasretine sadece 1 yıl 1 hafta dayanabildi!
***
Nedim amcam aradı feryat figan: “Barış oğlum, dede gidiyor…”
Önce dondum, sonra koştum
Üç dakika geçmeden bir daha aradı: “Çok şükür yaşıyormuş” dedi…
Koşarken durdum, yürüdüm, güldüm
Dedeme varmaya yakınken, ben aradım bu kez amcamı: “Dede düzeldi inşallah” demeden, "Babana çabuk haber ver, rahmet etmek üzere" dedi…
Hemen babamı aradım, boğazım düğümlenerek, "Dede rahmet etmek üzere" deyince, sesi buz kesti ve "Hemen yanına gidiyorum" dedi…
Kan-ter içinde eve vardığımda Nedim amcam ve yengem yere yığılmış, babam namazda duada, yanımdaki annem ve Recep amcam şokta, ben ise acil ekiplerinin dedeme uyguladığı kalp masajını çaresizce izliyordum…
Az da olsa umudumuz vardı, çünkü birçok kez yenmişti hastalıkları…
Ancak bu kez geçirdiği kalp kriziydi...
Dakikalar geçtikçe umutlar tükeniyordu…
Nedim amcam daha fazla dayanamadı hıçkırıklarla ağlamaya başladı…
İçerden çıkan doktor: "Başınız sağ olsun" deyince, ailece yıkıldık!
Babam, yüzü örtülü dedemin başında, biz de oturduğumuz yerde ağlıyorduk…
Meğer penceresinin önüne güvercini çoktan konmuş, dedemi almaya gelmiş.
Cenazesini odadan çıkarmayıncaya dek de güvercin uçmadı, bekledi!
***
Nineme gidiyordu!
Cenazesini imamlar, Nedim amcam ve Osman'la yıkarken, vücudunun güzelliği, temizliği içimi ısıtıyordu…
Uyuyordu sanki…
Bir ara elim, nurlu sakallarına gitti…
Son kez okşadım o güzel sakallarını…
Eli cansız bir şekilde boşluğa düşünce de o an anladım bizden ayrıldığını…
Kefenleyip, tabuta koyduk…
Toprağa kavuşacaktı…
Mezarın üzerini kapatmadan hemen önce toprağa daldım…
Kepçe, ilk toprağı atınca üzerine düşen toprak değil de 'un-ufak' olmuş hatıralarımızdı sanki…
Bir bir canlandı hatıralar…
Orada yatan; uzun boylu, babayiğit ve nur sakallı dedemdi…
***
Daha sonra cenazeyi birlikte yıkadığımız dedemin 35 yıllık saygıdeğer imamı Ramazan Ece'yi gördüm…
Üzüntülüydü…
Dayanamadım, sordum: “Hocam affınıza sığınarak, dedemin öldüğüne henüz inanamıyorum. Sanki burada. Cenazesini yıkarken bile ölü gibi değildi, uyuyordu sanki. Ben de mi bir tuhaflık var yoksa normal mi?”
 
Ramazan hoca da; "40 yıldan fazladır cenaze yıkıyorum. Deden olduğu için değil. Ama ben ilk kez böyle bir cenaze yıkadım. Yumuşacık ve tertemizdi. Hiç rahatsız olmadık. Bu o'nun iyi ameller işlediğine işarettir. Gerçekten de ölü gibi değildi" diyerek, sabır diledi…
***
İşte böyle mübarek bir insanı ‘Kutlu Doğum’ haftasında kaybettik.
Ruhu şad olsun, rabbim rahmet eylesin.
***
Okuduğunuz bu yazı, ağlarken yazdığım ‘ilk’ yazımdır.