Doğru yerde fakat yanlış zamanda dünyaya geldim diye düşündüğünüz oldu mu hiç? İnsanların hiçbir şekilde birbirlerini aldatmadığı, dürüst ilişkilerin yaşandığı bir düzen düşlediğiniz…

 

Oysa, ne yana gitseniz husumet ve hamaset. Ne yöne dönseniz, ıstırap ve hırs. Kime rastlarsanız, gelecek günlerin daha ne yıkımlar getireceğine dair tedirgin ve gergin bekleyişler…

 

Sefalet çekenler… Sefahat sürenler… Beş yıldızlı yalnızlık çekenler…

 

Istırap çekerek yüzleşiyoruz duygularımızla ve acılar içinde olgunlaşıyoruz. Sükûnet ve metaneti her geçen gün korumakta biraz daha zorlanıyoruz.

 

İlk dalgada silinip giden, kumsala yazılan yazılar misali oldu yeminlerimiz ve sözlerimiz.

 

Hayata nereden baktığımıza bağlı kaldı tüm haklar ve hukuklar.

 

Kurşunun atıldığı yerden mi?

 

Düştüğü yerden mi?

 

Yoksa enkazdan geriye kalan yitik umutlardan mı..?

 

Oysa haklar kardeş olduğunda, baktığımız noktadan göreceğimiz tek şey  kardeşlik değil midir. Korkularımızdan kaçmak çaremidir?

 

Gözle görülmez bir düzeyde birbirimizle bağlantılıyız, fakat nedense bunu fark edemeyiz. Doğru soruları sormaktan korkarız. Ayrı ayrı olmamız sadece bir yanılsama. Bir başka insanı incittiğimizde kendimizi incitmiş oluruz sonuçta.

 

Sınırları belli, gıdası belli akvaryum balıkları gibiyiz aslında. Hiçbirimiz tam olarak özgür değiliz. Kendi yanlışımızın efendisi olmak yerine, bir başkasının doğrusunu yaşamaya mahkumuz.

 

Yaşamak bu mu? diye düşünürüm. Anlamak için derin derin dalarım. Derin acılar dilsizdir bilirim. Suskunluğumu dinlerim. Her sesin beynime çizdiği yüzü, içimde bıraktığı izi silmeye

çalışırım.

 

Esmer tenimin teneşire yol almasını izler gibi, nicedir keyifsizim…

 

Sessizliğim haksızlığa alkıştır, ne çare ki; anlatmakta zorlanırım. Bir boş vermişlik içinde, salarım kendimi bana oyun oynayan düşüncelerime, salarım deli dalgalara…

 

Ve salarım kendimi beş yıldızlı yalnızlıklara…