Kim söylemiş beni

Süheyla’ya vurulmuşum diye?

Kim görmüş, ama kim, Eleni’yi öptüğümü,

Yüksek kaldırımda güpe gündüz?

Melahat’ı almışımda sonra

Alemdar’a gitmişim, öyle mi?

Onu sonra anlatırım, fakat

Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?

Güya bir de Galataya dadanmışız;

Kafaları çekip çekip

Orada alıyormuşuz soluğu…”

Bir konu yada biri hakkında, yeterli bilgiye sahip olmadan olur olmaz konuşanları  görünce, Orhan Veli Kanık’a ait bu dizeleri hatırlarım hep.

Birini hoşlanmayacağı şeyle anmak; kısaca dedikodu. Kelime anlamı çekiştirme veya  kınamadır. Bir olayı anlatmak yerine, olayın kahramanlarına yoğunlaşmaktır.

Belli bir tarihçesi yoktur, insanın varlığından bu yana ‘dedi ve kodu’ hep olmuştur, olmaya da devam edecektir.

Kişiler arasında konuşulan ortak konular, bir noktadan sonra sığlıklara takılır, çekiştirmelere dönüşen sığlıklar,  belli bir zaman sonra dedikodu alışkanlığına dönüşür. Yok olmanın başlangıcı olan dedikodunun malzemesi ise genelde yalandır, hangi tarafından bakarsanız bakın rengi karadır.

Dedikodu günümüzde sosyal bir olgu halini aldı, magazinsel bir boyut kazandı. Hatta hayatımıza renk katar oldu. ‘Kim nerede ne yaptı’ya yönelik hazırlanan magazin programları ilgiyle izlenir oldu.

Dedikodunun diğer boyutu; kişileri yapmadıkları bir şeyle konuşmak yada suçlamaktır. Bu yönüyle, dedikodu depremin verdiği etki kadar zarar vericidir. Söylenenler yüreklere büyük bir korku salar.

Kondurduğuyla yaşamı kararanlar, bir ömür boyu aklanamayanlar, intihar edenler, cinayetler sıkça karşılaştığımız sonuçlardır. Bu sebepten dolayı insanlar eşlerinden, işlerinden, dostlarından, yurtlarından ayrılmışlardır.

Mutsuz ruhun gıdası olan zarar verici dedikodunun temelinde kıskançlık vardır, intikam vardır, kendini kurtarmak vardır, kontrolünü kaybetmek vardır. Bir zihin bulanıklığıdır.

 

Kişilerin anlayış ve yapılarını ortaya çıkarır. Kendini sorgulamayan yada sorgulamaktan kaçınan insanların işidir. Bir kimlik ve kişilik sorunudur. Boşlukta yuvarlanmaktır. Basit ruhlu insanların eğlencesidir.

Dedikodu; bir toplumun kültürel yapısı, eğitim düzeyiyle orantılı olarak artar yada azalır ama asla bitmez.

Gündelik yaşamda sosyal bir olgu olarak yerini alan dedikodunun magazinsel boyutu için yapılacak pek bir şey yoktur. Kasırga, fırtına ve deprem etkisi yaratan yönüyle çok canlar yakan dedikodun tedavisi için, uygulanabilecek en güzel reçete:

Gözü, kulağı ve ağzı kapalı tutabilmektir.

Ne demişler; “Sırrını söyleme dostuna, o da söyler dostuna.”