“Edvarı hayat perde perde kimse bilmez ne var ilerde” misali teatral bir durumdur yaşamımız…

       Dünya denen sahnede, herkese öyle yada böyle bir rol biçilmiştir ve rolümüz gereği de yaşamak zorundayız. Fakat gel gör ki, çoğumuz maalesef rolünden  memnun da  değildir.

      Fıtratımız gereği nedense hep sahip olamadıklarımız için üzülür  ve peşinde koşar dururuz. Elimizdekinin kıymetini ise kaybedince anlarız.

       Bu sahnede güçlü olanı sever zayıf olandan ise uzak dururuz.

       Kişilere gösterdiğimiz saygı ve ilgi sahip oldukları meta ve makamla direkt duygusal bir bağ yaşar. Verilen selam ve söylenen kelam bile ona göre bir evrim geçirir…

       İnsanların yaşamlarını, istedikleri şekilde önceden belirlemek ve yaşamak gibi bir lüksleri yok maalesef.

       Bu gün ayakta durabilmek bizim için belki çok kolay iken, yarın ancak birilerinin yardımıyla hayatımızı devam edebileceğimiz  duruma düşmeyeceğimizin  bir garantisi var mı? Maalesef yok ve şu ana kadar kimseye böyle bir anahtar da verilmiş değil.

       Hayatta herkes aynı şansa sahip olmayabilir. Kimi sağlıklı iken kimileri de bir başkasının desteğiyle yaşamını devam etmek zorunda kalabilir.

       Aslında zaten yapılan yardımların bilinçaltında olan gizem “ kim bilir! bir gün bende” korkusu değil midir?

       Birini sevmemiz ve kucak açmamız için bizim kadar sağlıklı, güzel ve akıllı olmalarını bekliyor olmak ne büyük bir gaflet…

       Unutmayalım ki! Erdem kişi bizim sahip olduklarımıza  sahip olamayanları da sevebilen ve kucaklayabilendir.

       Bir gün biri yada birileri bizden bir şey isteyebilir, hayır cevabını vermeden önce iki kez düşünmemiz gerektiğine dair kısadan bir hisseyle yazıma devam ediyorum.

 

       Askerliğini bitirmiş olan genç, ailesini arar ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

       “Anne baba! eve dönüyorum. Fakat sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.’

       -Memnuniyetle. Tabiki ki, getir! onunla tanışmak isteriz.

       -Yalnız bilmeniz gereken bir şey var. Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı, bir kolunu ve bacağını kaybetti. Gideceği hiçbir yeri  de yok. Onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.

       -Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.

       -Hayır! anne-baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum.

       -Oğlum bizden ne istediğini bilmiyorsun, onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve onun  hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence  bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.”

       Oğulları o anda telefonu kapatır. Ailesi ondan bir süre haber alamaz. Fakat birkaç gün sonra polisten bir telefon gelir. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrenirler. Polis bunun bir intihar olabileceği üzerinde de duruyormuş.

       Üzüntülü anne ve baba cesedin tesbiti için şehir morguna götürülürler. Onu tanırlar ama bilmedikleri bir şeyi daha öğrenince de dehşete düşerler:

       Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı varmışâ€¦

       Evet! gördüğünüz gibi, yarın ne olacağımızın bir garantisi yok ve tercih hakkımız da yok…

       Fakat bugün birileri için geç kalmadan yapabileceğimiz bir şeyler var iken

       Kim bilir, bir gün bizde! diyelim mi?..