Dünya ülkeleri bugün Arakan’da yapılan vahşete sesini çıkarmıyorsa BM herhangi bir yaptırım uygulamıyorsa bizim de  devlet veya birey olarak müdahale etme imkânımız yoksa bu durumda oturup bir iki cümle lanet ve kınama mı yapmamız gerekir; yoksa dünyanın muhtelif coğrafyalarında zulüm ve baskı altında olan başta Arakan Müslümanları ve öteki mazlumlara peygamber efendimiz (s.a.s) hadisi şeriflerinde belirttiği "Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar." gibi düşünüp daha etkili çözümler mi üretmemiz gerekir? Bırakın kitabı, bir iki sayfa makaleyi bile okumaktan aciz olan milletimiz sosyal medyada yazdıkları bir iki cümle ile mi kurtaracak bu mazlumları. Yardımlarımız böyle mi olacak?

 Ya da İslam devletlerinin güçlü olduğu dönemlerde mazlum milletlere yardım eli uzattığı gibi bugün el uzatmak gerekmez mi? Günün birinde Allah muhafaza bizim ülkenin başına bir iş gelecek olsa yardım eden olmayacak. Bizim Suriye mağdurlarına kucak açtığımız gibi bize kucak açan olmayacak.

Kendi kendime de düşünüp duruyorum. Her gün haberlerde izlediğimiz bu acı tabloyu bir türlü içime sindiremiyorum. Ancak olay dönüp dolanıyor yine iş kınama, lanet ve duaya kalıyor. Acaba diyorum hani ne olabilirdi de bu insanlara gerçekten yardım eli uzatılabilirdi. Doğrusu benim aklıma şunlar geliyor. Bir kere ülkemiz Müslüman devletler içinde ümmeti kucaklayabilecek, liderliğini yapabilecek potansiyele sahip bir ülke ki zaten hilafetinde en son olarak bu topraklarda İstanbul’da son bulduğu düşünüldüğünde hiç de olmayacak şey gibi durmuyor. Ancak bunların olabilmesi için bizlerin de gelişen nahoş olaylar karşısında sosyal medyadan birkaç cümle ile duruma tepki göstermenin ötesinde yapması gerekenler olacak. Bunları yapmak anlamsız demiyorum ama çok zayıf tepkiler olduğunu ve vicdanımızı tatmin etmediğini, sorunları çözmediğini düşündüğümden yeterli bulmuyorum. Öncelikle tüm yaşantımızı vicdan, izan, ülkü ve iman çerçevesinde sürdürmeli yaptığımız her işi hakkıyla ve layıkıyla yapmalıyız ki devlet güçlensin, güçlensin ki dünya devlerinden biri olsun, olsun ki bu tür durumlarda bir ültimatomu yeterli olsun.

Türkiye’den yaklaşık yüz ölçüm olarak 7 kat, nüfus olarak da 3 kat küçük olan Kuzey Kore bile dünyaya gözdağı veriyor. Şu halde ülke insanı eğer her bir ferdi ile birbirini kucaklar ayrıştırıcı unsurları arasından kaldırır ve İslam’ın emrettiği kardeşlik hukuku çerçevesinde samimi bir şekilde çalışırsa Said Nursi’nin de dediği gibi “Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir”. Türkiye’nin yapamayacağı şey değil, Kore bile bu haliyle bunu yapabiliyorsa biz neden yapmayalım. Saldırgan politikalarını benimsemediğimi ve şiddetle kınadığımı da belirtmek isterim. Tabi bunları yapabilmek için ülkenin her yönüyle dünyaya saygınlığını ve gücünü göstermesi gerekir.  Bilim, sanat, spor, sanayi özellikle ağır sanayide uçak, gemi, otomobil, her türlü motorlu araç, savaş ve telekomünikasyon sektörlerinde gelişmeliyiz. Kendimize ait uzay üssü kurmalı ve potansiyelimizi son noktasına kadar kullanmalı ve ter dökmeliyiz. Ancak o zaman bu mazlumlara birkaç cümlenin ötesinde gerçekten bir şeyler yaptığımızı ve güçlü bir devletimizin olabilmesi uğruna çalıştığımızı bilmenin rahatlığını yaşayacağız. Zaten bu anlattıklarımı kendimiz için de olsa yapmamız gerekir. Ama maalesef bugün dünyayı yöneten süper güçlerin, dünyayı daha rahat yönetme gayesi ile dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de fitne fesat ve ayrılık tohumlarını serpiştirerek bizleri oyalarken tüm bunları gerçekleştirmek epey zor görünüyor.

Söz gelimi milliyetçiliğin aslında küçük devletlerin koca imparatorlukları devirdikleri düşünsel ve duygusal bir aracı olduğu ispatlayarak açıklayalım. 1789 Fransız İhtilali’ndan önce dünyayı yöneten Osmanlı, Rusya ve Avusturya Macaristan imparatorlukları milliyetçilik zehrinin aşılanmasıyla parçalanıp daha küçük devletlere yem olmuşlardır. Hiçbir zaman bu denli büyüyemeyen devletler bu kez büyük devletleri kendi seviyesine indirgemek için bu imparatorlukları ayrıştıracak milliyetçilik fikrini benimseyerek öteki devletlerde de yeşermesi için çaba gösterdiler ki başarılı da oldular. Peki, gerçekten günümüz dünyası artık milli devletlerin kurulu olduğu milliyetçiliğin tek geçerli düşünce olduğu bir dünya mı?

Eğer öyleyse bugün dünyanın süper gücü olan devletten bahsedince ne diyeceğiz o halde. Evet, aklınıza geldiği gibi ABD’den bahsediyorum. Eğer imparatorluklar tarihe karıştı ise milli devletlerin olduğu çağdaysak günümüzde dünyanın en etkili gücüne sahip olan ve dünya siyasetinde söz sahibi olan ABD ne oluyor bu durumda. 50 eyalet ve yüzlerce millet ile Osmanlıcılık sistemi ile yönetiliyor. İmparatorluklardan ne farkı var ki bugün dünya insanları hala milli devlet kurma hayaliyle yaşıyor ya da milli devlete sahip olduğunu düşünüyor. Üstelik TÜİK istatistiklerine göre her yıl ülkemizi ziyaret eden yabancı bilim adamlarının en çok geldiği ülke ABD oluyor. Özellikle Osmanlı bürokrasisini inceliyor olmaları düşündürücü değil midir? Öte yandan AB yine Avrupa ülkelerinin bir araya gelerek sınırları kaldırdığı bir birliktelik olup aynı para birimi ve ortak dili konuştukları bir kuruluş değil mi? Sonra yine BM ve NATO aslında yine imparatorluk mantığı çerçevesinde kurulan farklı devlet ve milletlerin bir araya geldiği kuruluş değil midir? Küçülen devletler bu şekilde tekrar büyümüyor mu? Bu kuruluşlarda en çok hangi devletlerin sözü geçiyor, çıkarı korunuyor? Son tahlilde ekonomik ve teknolojik olarak düşündüğümüzde küreselleşen dünyada sınırların ortadan kalktığını bilgi ve sermayenin dünyanın bir ucundan öteki ucuna hızlı bir şekilde dolaştığını söylemiyor muyuz?

Sonuç olarak kurulan bu milli devletlerden gelişmiş ülkelere içgöçü ve mülteci akını olmuyor mu? Kendi devletlerini kurmak için o kadar savaşan, kan döken ve acı bedeller ödeyen insanlar, yine kendi memleketinde ekmek ve huzur bulamayınca gelişmiş ülkelerin tekrardan kucağına düşen keklik olmuyorlar mı?

Bugün Arakan’a dünya niye sessiz? Çünkü dünyanın doğu bloğunda yer alan bir ülkede de ondan. Çin’in etki sahasında Batı dünyasının etki alanında değil. Ne diye konuşsunlar, müdahale etsinler ki o insanların, onların vicdanında tavuk kadar bile değeri yok. Benzer şeyleri  Amerika Kıtasını ele geçirirken kendileri yapmadılar mı? Hem de ekranlarda gördüğünüzden çok daha kötüsünü defalarca yaptıkları tarihi belgelerle sabittir. Yakın geçmişte Ruanda, Srebrenitsa katliamı uzak geçmişte ise Kızılderili katliamı gibi daha pek çok örnek verilebilir. Okumak isteyen okurlar için belge niteliğinde olan kitabın adını veriyorum:  Kızılderililer Nasıl Yok Edildi? Piskopos Bartolome de Las Casas, tarafından kaleme alınan bu kitapta anlattığı her şeyi bizzat yaşamıştır. Okumanızı tavsiye ederim. Amerika’nın ve bugünkü Avrupalı devletlerin kıtada gerçekleştirdikleri vahşeti gözler önüne seren bir kitap.

Tarihte var olan bazı kavramlar isim değiştirerek hala devam ediyor. Sömürgecilik emperyalizm, çok uluslu imparatorluklar birleşik devletler, AB gibi kuruluşlarla biçim değiştirerek devam ediyor.
Arakan meselesine dünya neden sessiz kalıyor, Taha Dağlı’nın penceresinden bakalım:
“Arakanlı Müslümanlar, Çin’e taşınan enerji için katlediliyor. Bu denklemde kazanan Çin oluyor, o halde Batı’nın “madem Çin kazanıyor, ben buna tepki vermeliyim” demesi gerekir fakat öyle olmuyor.
Çünkü Çin’e taşınan enerjiyi bizzat batılılar yönetiyor.
Arakan bölgesindeki petrol ve doğalgaz pompalarının başındaki şirketlere bakınca mesele daha net anlaşılıyor. Müslüman toprakları üzerine kurulan hatlardan geçen enerjinin başında Chevron, BP, Shell ve Total gibi Amerikan, İngiliz ve Fransız şirketler var.
ARAKAN’DA ÇİN DE BATI DA KAZANIYOR. Kazanan iki taraftan biri Batı diğeri Çin olunca da Arakanlı Müslümanları dünya görmezden geliyor.”(Arakanlı Müslümanlar neden hedefte? İşte Sebebi, Taha DAĞLI)

Anlayacağınız güçlü devletler arasında hesap büyük, tepkilerimiz küçük. Yapılacak en etkili iş, kendimiz ve mazlum milletler için daha çok çalışmak, ülkeyi her zaman daha güçlü hale getirebilmek için uyanık ve basiretli olmaktır. Her şeyden önemlisi ülkenin her bölgesine ve her bir kişisine kadar ülkü ve hedef birliği içinde olmalı, ayrışmaya neden olan sorunları çözmeli, ülkeyi her bir karışına kadar sahiplenip korumalı ve yüceltmeliyiz. Ülke bizim ülkemiz sahip çıkmalıyız. İç sorunları aşmadan dışarıya destek veremeyiz. Dünyanın şuan ki durumunu iyi okumalı, olaylara geniş bir açıdan bakıp öyle bir tutum geliştirmeliyiz.