Anayasa; ne Türklüğe, ne de Kürtlüğe vurguda bulunmamalıdır
Mazlum-Der Batman Şube Başkanı Avukat Murat Çiçek, yeni Anayasa’da Türklüğe de, Kürtlüğe de vurgu yapılmaması gerektiğini belirterek, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan herkes, Türkiye Cumhuriyetinin eşit ve saygın bireyleridir” hükmünün yeterli olacağını söyledi.
Çiçek, Anayasanın başlangıç hükümlerine de vurguda bulunarak; “Anayasanın başlangıç hükümleri başlığı altındaki bölüm hastalıklı ifadeler ve hükümler barındırmaktadır. İlk üç madde dâhil geriye kalan tüm Anayasal hükümler bu hastalıktan nasibini almıştır” dedi.
Mazlum-Der Şube Başkanı Avukat Murat Çiçek, Yeni Anayasa ile ilgili düşüncelerini Melek Barış’a anlattı.

- Anayasa nedir, neyi belirliyor?
Anayasa kavramını en kaba haliyle tanımlayacak olursak, vatandaşların sahip olduğu hakların teminat altına alındığı, aynı zamanda devletin kurum ve kuruluşlarıyla yapısının düzenlendiği sözleşme niteliğinde temel metinlerdir diyebiliriz. Bu anlamda Anayasalar bir devletin vatandaşlarının sahip olduğu hakları düzenleme tarzı ve bu hakların yaşatıldığı özgürlük alanına biçtiği önem itibariyle çok önemlidir. Ayrıca Anayasalar devletin kurumlarının yapısını düzenlerken bu kurumların hukukla olan bağlılığını ve yine Anayasada sayılmış bulunan hak ve hürriyetlerin bu kurumlarca ne kadar yaşatıldığını belirler.
- Anayasanın toplum gündeminde bu kadar yer etmesinin ve tartışılmasının sebebi nedir?
Bu tanımdan hareketle Türkiye’de Anayasa kavramının neden bu kadar çok tartışıldığını rahatlıkla irdeleyebiliriz. Türkiye şuan cuntacılar tarafından emirle hazırlattırılmış, birey yerine devleti merkeze alan, baskıcı ve otoriter bir Anayasa ile yönetilmektedir. Anayasamızda birtakım özgürlükler sayılmakla birlikte, devamı maddelerde bu özgürlüklerin idare veya başka kurumlarca rahatlıkla askıya alınacağı bir düzenleme tarzına sahiptir. Ayrıca bu özgürlüklerin uygulanmasının teminatı olacak kurum ve kuruluşlar yargısıyla, idaresiyle, ordusuyla ve yerel yönetimleri ile anti demokratik yapıya sahiptirler. Bütün bu ruh hali Anayasalara uygun olmak zorunda olan yasa, tüzük ve yönetmeliklere de yansımış durumdadır. Hal böyle olunca toplumda karşılığı olmayan bu Anayasa daima devleti toplumla çatıştırmakta ve toplumla ters düşürmektedir.
Ayrıca Türkiye’yi çağdaş bir demokrasiye sahip ülke olma iddiasından uzak kılan ideolojik yapısının kökeni; yine mevcut Anayasaya dayanmaktadır. Mevcut Anayasa devlet adına ideoloji sahibidir ve bu ideolojiyi dokunulmaz bir alan olarak teminat altına alınmıştır. Anayasa tarafından dayatılan bu ideolojiyi benimsemeyen herkes otomatik olarak devlet tarafından düşman ilan edilmektedir. Bu sebeple bütün toplumun görüşlerini içerisinde barındıran özgürlükçü, çoğulcu ve demokratik bir Anayasanın varlığı aynı zamanda Türkiye’ye toplumsal barış getirecektir.
- Sizce bütün toplumu içine alan yeni bir Sivil Anayasa nasıl hazırlanmalı?
Anayasaların hazırlanış süreci ve şekli en az işin esası kadar önemlidir diye düşünüyorum. Anayasa yapım tekniği açısından çeşitli usul ve şekiller var. Günümüz Türkiye’sinin sosyolojik ve çok kültürlü yapısını göz önüne aldığımızda hazırlanacak olan Anayasanın uzlaşma Anayasası şeklinde hazırlanması hayati bir önem taşımaktadır. Bu sebeple teknik olarak bilim insanlarının süzgecinden geçtikten sonra Anayasayı parlamentodan geçirecek olan vekillerin, o Anayasa ile idare edilecek olan asillerin beklentisine cevap verecek bir çeşitlilikten beslenmesi gerekiyor. Bu durum, hiçbir ön şart getirmeksizin masanın ucuna oturup, toplumun çeşitli mecralarının sesine kulak kabartmayı gerektirir. İrdelenmesi gereken ayrı bir husus da sivilliğe yaptığınız vurgudur.
- Nasıl bir vurgu?
Bakın 1982 darbe Anayasasını da siviller hazırlamıştı. Ancak bu Anayasa ile geldiğimiz nokta ortada. Bu sebeple mesele sivil giyimli veya üniformalı olmak değil, Anayasayı hazırlayacak olan kesimin zihni dünyasının gerisinde duran düşüncelerdir. 1982 Anayasasını hazırlayan siviller militer bakış açısıyla, halkına düşman bir şekilde resmi ideolojiyi yeniden kutsadılar. Bireyi esas almak yerine devleti esas aldılar. Baskıcı ve otoriter bir düzen kurdular. Eğer gerçek bir toplumsal sözleşme hazırlanmak istiyorsa bunu özellikli kılacak en büyük husus, elit ve bürokrat tahakkümden uzak, ön kabulsüz bir anlayışın Anayasanın yapımına hâkim kılınmasıdır.
- Bu tespitten hareketle yeni Sivil Anayasanın hazırlanmasında özellikle kimler veya hangi kesimler rol almalı?
Türkiye hak ve özgürlüklerin tarihsel serüveni açısından ilginç bir ülkedir. Her şeyden önce devlet olarak bir ideolojisi var ve tutum sahibidir. Hal böyle olunca çoğunluk veya azınlık fark etmeksizin sürekli olarak kendisi ile aynı düşüncede olmayan vatandaşları ile çatışmıştır. Kimi kesimler sistematik kimi kesimler de dönemsel olarak sürekli sistem mağduru edilmiştir. Müslüman çoğunluğun dahi tabii haklarının ayaklar altına alındığı bir sistemde, gayri Müslimler, Kürtler, Aleviler, Romanlar ve dezavantajlı toplumsal gruplar sistemin temel kodlarıyla uyuşmadıkları için hep zulüm görmüştür. Aslında resmi ideoloji savunucusu bir avuç elit ve bürokrat kesim dışında mevcut sistemden memnuniyet oranı yoktur. İşte yeni bir Anayasa yapımında rol alması gereken kesimler asıl bu ezilen kesimlerdir. Yani halktır. Bütün bu unsurların örgütlü yapılarının aktif katılımı sağlanmalıdır.
- Anayasanın ilk dört maddesinde herhangi bir değişiklik yapılabileceğine inanıyor musunuz?
2011 seçimleri yüksek katılımlı bir seçimdi. Seçim öncesi bütün partiler yeni bir Anayasa vaat ettiler. Özellikle yüzde elli oy olan iktidar partisinin seçmeninin çoğu özünde ilk üç madde ile kavgalı bir seçmen kitlesidir. Dolayısıyla parlamentonun çoğunluğunu elinde bulunduran başta AK Parti olmak üzere tüm parlamentonun bu iradeyi ortaya koyması gerekmektedir. Bunu zamanla göreceğiz.
Anayasanın ilk dört maddesinden de önce asıl tehlikeyi barındıran başlangıç hükümleridir. Anayasanın başlangıç hükümleri başlığı altındaki bölüm hastalıklı ifadeler ve hükümler barındırmaktadır. İlk üç madde dâhil geriye kalan tüm anayasal hükümler bu hastalıktan nasibini almıştır.
Başlangıç hükümleri bir özgür birliktelik ve özgürlük vaadinden çok, dizayn eden ve sınırlandıran bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla tamamen Anayasadan çıkarılmalıdır. Eğer illaki Amerikan haklar bildirgesine özenerek bir başlangıç yapılacaksa, bu başlangıç renksiz, ideolojisiz olmalı ve Türkiye halklarının eşitliğine ve özgürlüğüne vurguda bulunmalıdır.
Anayasanın ikinci maddesinde yer alan “ Atatürk Milliyetçiliğine Bağlı” gibi resmi ideolojiye hizmet eden tüm hükümler temizlenmelidir.
Yine Anayasanın 4. Maddesinde yer alan değiştirilemez kuralı gibi saçmalıklara son verilerek, gelecek nesillerin iradesine ipotek konulmamalıdır.
- Kürt kökenli vatandaşlarımızın Yeni Anayasadan beklentileri nelerdir?
Kürtler yeni Anayasada elbette eşitlik ve özgürlük istiyor. Bugün için Kürtlerin en büyük sorunu eşitsizlik sorunudur. Kürtler bu coğrafyada hiçbir zaman eşitlikten başka bir imtiyaz vb. talepte bulunmadılar. Böyle bir istekleri olsa bunu Cumhuriyetin kuruluş yıllarında rahatlıkla elde edebilirlerdi. Bakın Lozan görüşmelerine İsmet Paşa ile birlikte katılan ve Kürtleri temsil eden dönemin Kürt öncüleri azınlık vb statüleri reddettiler. Müslüman Müslüman’ın azınlığı olmaz dediler! Bizler aynı ümmetteniz ve eşitiz. Eşitlikten başka bir şey istemiyoruz dediler. Cumhuriyetin kurucuları da eşit olma sözü verdiler. Ancak bu sözlerini daha sonraları çiğneyip Kürtleri yok saydılar, asimile etmeye çalıştılar. Bütün bu zulümlere rağmen Kürtler hala aynı noktadadır. Eşitlikten başka hiçbir imtiyaz istememektedirler.
- Yeni Anayasada vatandaşlık tanımı nasıl olmalıdır?
Anayasa; ne Türklüğe, ne Kürtlüğe ne de herhangi bir etnik kökene vurguda bulunmamalıdır. Bir başka deyişle, Anayasanın vatandaşlık tanımı hiçbir ırksal vurguda bulunmamalıdır. “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan herkes, Türkiye Cumhuriyetinin eşit ve saygın bireyleridir” hükmü yeterlidir. İşte böyle bir formül, gerekli olan zihni ve yasal alt yapısıyla birlikte anayasal vatandaşlığı getirir.
- Anayasal vatandaşlık dediniz. Biraz açar mısınız? Anayasada yer alacak bir madde ile Kürtlerin anayasal talepleri sizce çözülebilecek mi?
Elbette böyle formüle edilmiş bir madde başlı başına sorun çözmez. Anayasal vatandaşlık demek eşit ve özgür yurttaşlık demektir. Dediğim gibi anayasal vatandaşlığı düzenleyecek böylesi bir maddenin zihni ve yasal bir alt yapıyı birlikte getirmesi gerekiyor. Yani siz “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan herkes, Türkiye Cumhuriyetinin eşit ve saygın bireyleridir.” dediğinizde bütün mevzuatınızı buna uygun hale getirmek zorunda olursunuz. Çünkü bütün yasalar, tüzükler ve yönetmelikler Anayasaya uygun olmak zorundadır. Yine yasa uygulayıcıları Anayasa ile bağlıdırlar. Örneğin böylesi bir düzenlemede mahkemeleriniz “Türk Milleti adına” değil “Türkiye Halkı” adına karar vermelidir. Türk Tarih Kurumu, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk Kızılayı, Türk Hava Yolları isimlerindeki Türk ifadesi yerine Türkiye koymak zorundasınız. Bunun gibi eşitliği bozan ve teklik dayatan bütün yasal hükümler, kurum adları ve uygulamalara son vermek zorundasınız. Yine gerçek bir anayasal vatandaşlığın tesis edilmesi durumunda “Türküm, Doğruyum” diye ant okutamazsınız. Varlığınızı Türk varlığına armağan etmek zorunda kalmazsınız. Anadilde eğitim hakkınız kısıtlanamaz. Yerleşim birimlerinizin ismi iade edilir. Bütün bu sorunların karşılığını bulduğu mevzuatı yeniden düzenlemelisiniz.
Bunun gibi pek çok hastalığın çözümü dediğim gibi zihni ve yasal bir devrimle getirilecek olan anayasal vatandaşlık tanımında gizlidir. Bu sebeple anayasal vatandaşlık Hem Kürt Sorununun çözümü hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından çok önemlidir.
- Hak ve özgürlükler açısından yeni Anayasadan beklentileriniz nelerdir?
Bir Anayasanın bütün hakları tek tek sayıp içerisinde barındırması ve en süslü haliyle yer vermesi yeterli değildir. O haklar sınırlanıyor mu sınırlanmıyor mu ona bakacaksınız. Mesela bugün usulüne uygun onaylanmış uluslararası sözleşmeler bizde Anayasa hükmündedir. Bu ne demektir biliyor musunuz?
- Ne demek?
Yani; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dâhil, hak ve özgürlükler açısından imzaladığımız tüm anlaşmalar şuan bizim Anayasamızdır aslında. Ancak siz yine aynı Anayasa içerisinde yer alan başlangıç hükümleri ve kısıtlayıcı iki madde ile bu özgürlükleri askıya alabiliyorsunuz. Bu nedenle özgürlükleri tek tek sayan bir Anayasa aslında tek başına çok da anlam ifade etmiyor. Öncelikle kısıtlayıcı hükümlerin bulunmaması gerekiyor.
Bu noktada asıl önemli olan bir diğer husus da o özgürlüklerin uygulayıcısı olacak olan kurum ve kuruluşların yapısıdır. Bu kurumları ideolojik bataklıktan çıkaracak olan tek unsur yine Anayasadır. Anayasal kurumları yeni bir paradigmaya göre yani özgürlükler paradigması üzerine inşa edebilirsek asıl o zaman gerekli verimi almış olacağız.
- Mevcut Türkiye koşullarında, bu kadar kurumu yeni bir paradigmaya göre inşa etmek mümkün müdür?
Demokratik bir Anayasa yapımından sonra elbette mümkündür. Bu noktada siyaset kurumuna ve parlamentoya büyük iş düşüyor. Siyaset kurumu asıl işlevine dönerse yani sorun üretme merkezi olmaktan çıkıp sorun çözücü rolünü oynarsa değişim daha hızlı olur. Bu dönüşüm sadece Anayasa ile olacak iş değil. Çok güçlü bir iradeyi ortaya koymak, emek ve mesai harcamak gerekir. Türkiye’de şuan için maalesef böylesi güçlü bir siyasi irade mevcut değildir. Bu noktada halkın ve demokratik örgütlerin zorlayıcı rollerini üstlenip siyaset kurumunu işletmesi gerekiyor.
- Örneklemek gerekirse?
Kurumların demokratik yeni bir Anayasaya göre dönüşüm ihtiyacına birçok örnek verebiliriz. Mesela Milli Eğitim Bakanlığı bariz bir örnektir. Bir kere isim sakat. Millet/Milli kelimesi monolitik (tekçi) bir kavram olup dayatmacıdır. Ayrıca yine Milli Eğitim mevzuatına baktığınızda tamamıyla ideolojik ve tekçi bir eğitim anlayışı dayatmaktadır. Eğitim faaliyetini tornacılığa çeviren bu anlayış tek tip insan yetiştirme hedefinde olup mevcut anti demokratik yapının temelini oluşturmaktadır. İşte siz mesela demokratik bir Anayasa yapıp, Anayasal Vatandaşlıkla taçlandırdığınızda bu bakanlıktaki bütün mevzuatınızı ve eğitim sisteminizi gözden geçirmek zorunda kalırsınız. Takdir edersiniz ki bu da güçlü bir irade, yoğun bir emek ve mesai gerektirir.
Yargı Kurumu da örnek olarak verilebilir. Bugünkü Anayasada ideolojik devletin dayatmaları ile çatışan vatandaşlar, karşısında bu ideolojiyi ayakta tutan kurumlardan biri olarak yargıyı bulmaktadırlar. Bugün için mevcut anayasal ve yasal haliyle yargı, uygulamada vatandaşın elinden tutup adalete ulaştırma işlevinden çok devleti koruyup kollama işlevine sahiptir. Yargılamalarda devlet menfaati her zaman için üstün tutulmaktadır. Bütün kurumlar aynı ideolojik dayatmanın kaynaklarından beslenince kuvvetler ayrılığı ilkesi de anlamını yitirmektedir. Mesela bu yönüyle yargı, idarenin baskısı altındadır. Bağımsız değildir. Oysa ideolojik tutumdan arınmış bir Anayasa ve yasal düzende yargı asla tutum alamayacaktır.
Yine kurum olarak mesela yerel yönetimleri ele alabiliriz. Halk iradesinin gerçek anlamda anayasal teminat altına alındığı bir sistemde hiç tanımadığınız, hak edip etmediğini bilmediğiniz bir şahsiyet gelip size valilik ya da kaymakamlık yapamaz. Bütün kurumlarınıza hükmedip adeta krallara özgü hak ve yetkilere sahip olamaz. Yani aşırı merkeziyetçi bir sistemle yönetilmek zorunda kalmazsınız. Siz halk iradesinin yerel yönetimlere de gerçek manada yansıdığı yeni bir Anayasa ve yasal düzenlemeler yaparsanız bütün bu sisteminizi de gözden geçirmek zorunda kalırsınız. Böylece başınıza musallat olan yöneticiler bir şekilde sizin iradenizin bir yansıması olacağından devleti değil bireyi esas almak zorunda kalacaklardır. “Makbul vatandaş/Devlete düşman vatandaş” ayırımı ortadan kalkar, herkes kamu hizmetlerinden ve imkânlarından eşit ve özgür bir şekilde istifade eder. Yine yerel kurumlar böylesi bir dönüşümle hesap verilebilir bir yapıya kavuşurlar. Bugün için bırakın hesap sormayı önünden geçtiğinizde şüpheli muamelesi görürsünüz.
- Parlamentoda dört parti var. Bu dört partinin Yeni Anayasa konusunda uzlaşacağına inanıyor musunuz?
İhtiyaca cevap vermesi için bildiğiniz üzere Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Komisyonu dikkatle izlemeye çalışıyorum. Her partiden üç kişi olmak üzere eşit üye sayısı var. Görünüşte eşit üye sayısı hoş geliyor, ancak bu komisyondan pek bir beklentim yok. AK Parti ve BDP’nin üyeleri dışında, geride kalan uzlaşma komisyonunun yarı üyeleri resmi ideoloji ile barışık milletvekillerinden oluşuyor. Dolayısıyla ortaya bir uzlaşma çıkacağını zannetmiyorum. Olası bir uzlaşma ise halkın, özellikle de ezilen kesimlerin beklentilerinden uzak bir uzlaşma olacak gibi görünüyor. Bu sebeple ülkedeki ezilen tüm kesimlerin bu komisyonu dikkatle izleyip baskı gücünü kullanması gerekiyor.
Çünkü ortaya çıkacak olan metin hepimizin ve nesillerimizin geleceğini yakından ilgilendiriyor. Refah ve özgürlükler karşıt kavramlar değildir. Türkiye’nin ileri bir refah seviyesine ulaşması için birinci sınıf bir demokrasiye sahip olması şarttır. Yine özgürlük ve güvenlik kavramları da karşıt değil birbirleriyle koşut kavramlardır. Siz ne kadar özgürseniz o kadar güvendesinizdir. Uzlaşma komisyonu dâhil bütün siyaset kurumunun ve muktedirlerin bunun bilincinde olması ve bu doğrultuda bir Anayasa yapması gerekmektedir.