MEHMET ŞAFİ EKİNCİ: Eğitimci

  

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, BM Genel Kurulu´nun 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini kabul etmesiyle, insan haklarının uluslararası düzeyde korunması yönünde ilk önemli adım olması nedeniyle, her yıl tüm dünyada kutlanmaktadır.

 

Peki, kutlanılması için beyan edilen ve dünyanın tüm ülkeleri tarafından her yıl kutlanan bu günün yeterince anlamı var mı? İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde yer alan maddeler ülkemiz anayasasında ne kadar yer alır!

 

Altmış birincisini yaşıyor olduğumuz bu günün ülkemizdeki temel hak ve özgürlükler açısından ne kadar önemli olduğunu, eksikliklerini dile getirerek açımlama gereği vardır.

 

Üzerinde önemle durulması gereken en önemli konulardan biri de Anadilde Eğitim Hakkıdır. Bunun için de öncelikli olarak hayati önem arz eden konu ise Türk Milli Eğitimi, amacı ve programıdır. 

 

T.C. toprakları üzerinde yaşayan herkesin Türk Ulusundan geldiği, Anadilinin Türkçe olduğu, sahip olduğu kültürel değerlerin, örf adet ve ananelerinin Türk kaynaklı olduğu varsayılarak hazırlanmış bir Milli Eğitim Esası ve Programı milliyetçi bir programdır.

 

İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunması özellikle ikinci dünya savaşından bu yana devletlerin “iç işi” olmaktan çıkmış, Ulusal Üstü bir nitelik kazanmıştır. Bu alanda çeşitli konularda ve çeşitli şekillerdeki Ulusal Üstü Belge sayısı bugün yetmiş civarındadır.

Özellikle ikinci dünya savaşından sonra, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri ile Tüm Halkların (hepsi olmasa bile) katılımıyla ortaya çıkarılan anlaşmalar, sözleşmeler, bildirgeler, şartlar, protokoller ve ek belgelere imza atan ülkeler, söz konusu bu sözleşme veya belgelerde yer alan ve açık bir şekilde ifade edilen tüm şartlara uymakla yükümlüdür. Ancak bu şartların bazılarına uymayacaklarını beyan eden ve/veya çekince koyan ülkeler de vardır.

Türkiye´nin imza attığı ancak Ana Dilde Eğitim Hakkı maddesine çekince koyduğu Ulusal Üstü Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi.

 

Avrupa Konseyi çerçevesinde İnsan Hakların ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi ile kurulan “Ortak Güvence Sistemi” burada sözü geçen hakların korunması açısından önemli bir işleve sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi adıyla anılan bu sözleşme Avrupa Standardını oluşturmaktır. Bu sözleşme, sözleşmeye taraf devletlerin iç hukukunda doğrudan uygulanması amacıyla hazırlanmış olup T.C Hukukunda usulüne uygun olarak yürürlüğe konması koşuluyla kanun hükmündedir. (Anayasa´nın 90. maddesi son fıkra),

 

Bu sözleşmenin hükümleri resmi mercilere karşı söz konusu edilerek, ihlali durumunda İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilir. İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular ve bu

başvuruların incelenmesi sonrası verilecek olan kararlar, sözleşmeye taraf olan devleti ve onun organlarını bağlar. Bir devletin organları, devletin de tanımladığı şekilde, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasi bakımdan teşkilatlanmış millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel kişiliğe sahip varlığı, yani devleti, idame ettirme amacıyla kurulan, toplumun ve toplum bireylerinin maddi ve manevi anlamda insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamını sürdürmesi için görevlendirilen organlardır.

 

Devlet, hizmet etmekle yükümlü olduğu toplumun veya toplumların huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdürebilmesi ve farklı da olsa, toplumun veya toplumların sahip olduğu değerleri ileriye taşımak ve bu değerleri geliştirerek zenginleştirmek gibi bir göreve sahip olma tanımını ve zorunluluğunu taşıyor olduğundan, toplum ve toplumlar için yapmakla yükümlü olduğu hizmetleri değişik biçimlerde tanımlar ve bu tanımsal ifade farklılıklarına göre de kendi bünyesinde oluşturmuş olduğu organlar sayesinde gerçekleştirir. T.C. devleti de dünyadaki diğer devletler gibi yukarıda açımlanmaya çalışılan İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi içinde yer alan ve kendisi tarafından imzalanan antlaşmalar, sözleşmeler, bildirgeler, şartlar, protokoller ve ek belgeler çerçevesinde, devlet organlarını oluşturmak zorundadır.

 

Devlet organlarının aktivitelerini belirleyen merci ise o devletin yasama anlamında bel bağladığı ve devletin iskeletini oluşturan Anayasadır.

 

T.C. Anayasası, T.C.´nin kurulduğu yıl olan 1923´ten günümüze kadar 1924, 1961 ve 1982 yıllarında üç kez yeniden yazılıp değiştirilmiştir. 1971 yılında da 1961 Anayasası ile ilgili değişikler yapılmıştır. Dünya´da eşi benzeri bulunmayan bu denli sık anayasa değiştirme eyleminde yazılan her anayasa, uygulamada bir diğerini aratır durumda hissettirmiştir kendini.

 

 Konumuz olan İnsan Hakları ve Anadilde Eğitim Hakkı başlığını ve Milli Eğitim Temel Kanunu ve Maddelerini açımlamadan önce Türk Milli Eğitim Sistemini düzenleyen Genel Esasların dayanağı olan 10.10.1982 tarihinde kabul edilen ve 9.11.1982 tarihinde resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına değinmek zorunluluğu vardır. Çünkü devlet organlarının genel esaslarını ve amaçlarını belirleyen ana düzenek, söz konusu devletin Anayasası´dır. T.C. Anayasası´nın BAŞLANGIÇ başlığı altında yer alan 3. ve 5. paragraflar şöyledir;

 

“Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;”

“Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin Atatürk İlke ve İnkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; …”

Yukarıdaki paragrafta anlatılmak istenen,

  

T.C Anayasası´nın Atatürk´ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun ilkeleri doğrultusunda hazırlanmış olduğudur.

 

Konumuz gereği İnsan Hakları ve Anadilde Eğitim Hakkına gelince… Ana Britannica eğitimi: “Toplumun değer yargıları ile ilgili bilgi ve beceri birikiminin yeni kuşaklara aktarılması ve bu amaçla okullarda ve benzer kurumlarda sürdürülen öğretim ve yetiştirme etkinlikleri” olarak tanımlar. Oldukça soğuk ve ruhsuz bir tanım olmasına rağmen, bu tanım ile T.C. Anayasasına dayanan organlardan biri olan, Türk Milli Eğitiminin amaçlarını bünyesinde taşıyan ve Türk Milli Eğitim sistemini düzenleyen esasların uygulayıcısı durumunda olan T.C. Milli Eğitim Bakanlığı´nın bir devlet organı olarak T.C.´de yaşayan halklara hangi amaçlar doğrultusunda eğitim ve öğretim uyguladığını gösterir.

Burada öncelikli olarak üstünde durulması gereken Türk Milli Eğitiminin Amaçlarıdır.

   

T.C MİLLİ EĞİTİM MEVZUATI-TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNİN AMAÇLARI

 

Genel Amacı;

 

Madde 2. ´Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk İlke ve nkılaplarına ve Anayasa´da ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasa´nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti´ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak geliştirmek…´

 

Daha öncede belirttiğim gibi devlet organlarının Genel Esaslarını ve amaçlarını belirleyen ana düzenek söz konusu ülkenin anayasasıdır. Yukarıdaki örnekte de açık bir şekilde görüldüğü gibi T.C Milli Eğitim Esasları, T.C. Anayasası´nın şemsiyesi altındadır. T.C. devletinde ülkenin neresinde, hangi ulustan hangi etnik kökenden olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, hangi kültürü yaşıyor olursa olsun ve hangi dini ve milli azınlıktan olursa olsun, T.C. sınırları içerisinde eğitim olmak durumunda olan herkes, Atatürk İlke ve İnkılapları´na ve Anayasa´da ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Türk Milletinin manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren bir kişilik ve karakter yapısıyla yetiştirilir. T.C.nin kurulduğu tarihten bu güne kadar Devletin Milli Eğitim Politikaları bu düzlemde uygulanmış ve uygulanmaktadır.

 

Uluslararası İnsan Hakları Temel Belgelerine imza koymuş bir ülkenin Milli Eğitim esaslarının bu şekilde düzenlenmesi ve uygulanmasının uluslar arası hukuka aykırılıktan öte, sadece ve sadece bir milletin kültürel değerlerini ve o milletin ideolojisini benimsetmeyi amaçlaması gerekliliğiyle de, söz konusu sistem anti demokratik bir sistemdir. T.C. toprakları üzerinde yaşayan herkesin Türk Ulusundan geldiği, anadilinin Türkçe olduğu, sahip olduğu kültürel örf, adet ve ananelerinin Türk kaynaklı olduğu varsayılarak hazırlanmış bir Milli Eğitim Esası ve Programı milliyetçi bir programdır. Bu topraklar üzerinde yaşayan Kürtler,

ve diğer bazı halkların kendi anadillerinde eğitim almaları yasaktır. Türkiye´de orijini Türk olmayan halklara uygulanan bu program anti-demokratik bir programdır. Anadillerinde konuşma hakkına sahip olamayan, eğitim alamayan, kültürlerini yaşayamayan insanlara, halklara karşı işlenen bir insanlık suçudur.

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42. maddesi “Türkçeden başka hiçbir dil eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ” der. Dil, insanlar arası iletişimi sağlayan canlı bir araçtır. Dilin canlı olması yeryüzünde yaşayan diğer canlılar gibi bir besin kaynağına ihtiyaç duyması zorunluluğundadır. Canlı varlıkların yaşamlarını sürdürebilmeleri için oksijene ihtiyaçları vardır. Yani oksijenle beslenirler. Ana Dilin de sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi ve ihtiyaca cevap verebilmesi için, öncelikli olarak yasaklanmaması, aksine o dilde konuşulmasının özendirilmesi, dilbilimsel çalışmalar yapılması, o dilde eğitim görülmesi ve o dille günümüzün görsel ve işitsel medya araçlarıyla yayını yapılması zorunluluğu vardır. Kısacası dilin yok olmaması için kurumsallaşması gerekir.

 

 Dilin birey yaşamında, toplum ve toplumsal kültür yaşamında ne denli rol oynadığı bilinen bilimsel bir gerçektir. Dil, bir halkın fiziksel ve ruhsal anlamda idamesini sağlayan bir araçtır. Dil, kültürün, kültür de dilin bir parçasıdır. Kendi kültürünü anadilinin dışında yaşayan bir bireyi, bir topluluğu düşünmek olasılık dışıdır. Dilin çağı yakalaması demek bilimi yakalaması demektir. Bilimi yakalamak demek insanlaşmak ve var olmak demektir.

 

Ancak yürürlükte olan anayasa ile getirilen düzenlemeler Türkiye´de yaşayan halkları halk yapan ve bir şekilde onların sonsuza dek millet olma özelliklerini korumalarına yardımcı olan temel öğeyi, yani dilleri ve bu dillerle yaşayan kültürleri yok etmeye yöneliktir. Dil bireyin birey, bireyin toplum ve toplumun toplumla bağını kuran temel araçtır. Bu aracın sağlıksız eksik ve sakat oluşu aynı zamanda o dili kullanan bireyin veya toplumun da sağlıksız, eksik ve sakat oluşu demektir. O yüzdendir ki, insanların kendilerini en iyi şekilde ifade edebilmek için kullandıkları dil anadilleridir. Çünkü insanlar duygularını ve düşüncelerini en iyi anadillerinde ifade ederler. Eğitim sürecinde anadilin öğrenme, anlama, araştırma ve yaşamı algılamada yaşamsal bir önemi vardır.

 

ANADİLİNİN DIŞINDA FARKLI BİR DİLLE EĞİTİME TABİİ TUTULAN BİREYDE GÖRÜLEN KÜLTÜREL, SOSYAL VE PSİKOLOJİK SAKATLIKLARIN BAZILARI ŞUNLARDIR      

 

* Birey, kendi kültür dilini konuşmadığı için ailesine ve toplumuna yabancılaşır.

* Hem kendi toplumu, hem de eğitimini aldığı dilin toplumu içerisinde uyumsuzlaşır.

* Aşağılık kompleksine sahip olur.

* Kendine güvenmez.

* Hakkını savunma güdüsü azalır.

* Aşırı duygusal olup uzlaşmacılıktan çok, saldırgan olur çünkü kendini sözcüklerle gerektiği gibi ifade edemez.

* Dili anlamadığı için, kendisine eğitim kanalıyla aktarılanları tam anlamıyla alamaz ve aptallıkla suçlanarak küçümsenir ve aşağılanır.

* Sınavlarda başarısız olur.

* Ulusal orjini inkar edildiği için sosyal ilişkilerinde kendini ifade etme konusunda zorlanır.

* Kendini hiçbir kimliğe ait hissetmez.

* Kendi kültürel değerleri kendisine görsel ve işitsel anlamda sunulmadığı için kültürel edinimi tam olmaz ve diğer kültürleri algılayıp, öğrenmede ve yaşamada tatminsiz olur.

 

Dünyada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi anayasasını, tek ulus, dek devlet, tek düşünce ve tek ideoloji üzerine kurmayan, İnsan Hakları Temel Hak ve Özgürlüklerine saygılı anayasalara sahip olan ülkeler de vardır. Bu ülkeler ya kurulduklarında ya da kuruluşlarından sonra yaşadıkları ulusal, etnik, kültürel, sosyal ve siyasal gerçeklerden kaynaklanan sorunlarını çözmek amacıyla anayasa ve yasalarında değişiklikler yaparak anayasalarını güncelleştirmiş veya güncelleştirmek zorunda kalmışlardır.  

 

Çünkü ezilen ve sömürülen uluslar veya azınlıklar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ifade bulan hakları için çeşitli yöntemlerle mücadele etmiş ve sahip olmak istedikleri insan onuruna yakışır hakları elde etmişlerdir. Hak ihlaline karşı çıkış, insanın hayvansallıktan uzaklaştığı günden başlamış ve günümüze kadar süregelmiştir. Bu gün de dünyanın tüm ülkelerinde, bu mücadele devam etmektedir. Bu mücadele hiçbir zaman, hiçbir düzlemde sonlanmayacaktır. Birden fazla bireyin olduğu ortam ve ortamlarda insan hakları ihlalleri olacaktır.

 

 İnsan Hakları Savunucuları, ülkelere bölünmüş dünya coğrafyasında devletlerin temel amaçlarının ve işlevlerinin ulusal üstü insan haklarına uygun bir yönetim şekliyle demokratik, ilerici, çoğulcu, ulusların ve azınlıkların haklarına saygılı, içinde barındığı farklı kültürleri koruyan, zenginleştiren ve onu insanların ve ulusların kaynaştırıcı öğesi gören, içinde barındığı dinsel ve mezhepsel farklılıklara bireylerin ve söz konusu dinsel ve mezhepsel farklılıklara sahip toplulukların temel hakkı olduğu bilinciyle oluşturulan bir yapıyı arzular; İnsan Hakları Savunucuları, halkları tanımayan, dayatmacı politikalarla her türlü yöntemler uygulayarak halkları sindiren, göç ettiren, hakları zorla ellerinden alınarak sayıları azaltılan farklı kimliklere sahip halkları azınlık bile saymayan bir anlayışı değil, insan, ulus ve toplum onuruna yakışır, eşitlikçi, özgürlükçü ve onurlu bir yapıyı arzular.

 

Bireyin ancak anadilinde onurlu bir kişilik bulacağını, aksinin ise bireyin ve bağlı olduğu kültürel değerlerin katliamı veya imhası anlamına geleceğinin altını çizer. İnsan Hakları savunucuları ayırımcılığın ve ırkçılığın olmadığı, düşünce özgürlüklerinin var olduğu, bireyin, cinslerin, toplumun, kültürlerin ve ulusların kendini özgürce ifade ettiği, sosyal ve kültürel hakların tanındığı, eğitimde fırsat eşitliğinin olduğu bir eğitim sisteminin insan onuruna yakışır bir eğitim sistemi olduğuna inanır ve böyle amaç veya amaçlar için mücadele eder. Böyle bir eğitim sistemi ancak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yapılacak adil, demokratik ve siyasal değişikliklerle mümkündür.

 

Bireysel, toplumsal, sınıfsal ve ulusal anlamda hakları gasp edilenlerle hak arama mücadelelerinde omuz omuza olma gerekliliği insan hakları savunucularının öncül görevidir.

 

Çok geç olmadan…

  
Editör: TE Bilişim