Dünden devam

Dünkü yazımda bir Mayıs vesilesi ile emek ve emek sömürüsüne dikkat çekmeye çalıştım. 150 yıl önce düşük ücretle çalıştırılmaya karşı bir mücadele söz konusuydu. Emekçiler günde 12-15 değil, 8 saat çalışmak için hak arayışındaydı.

Geçen bir buçuk asırlık zaman diliminde devletler, kadrolu emekçiler için 8 saat çalışma kuralını kabul eden adımlar attılar. Ülkemizde de özlük haklarına sahip, sendikalı kamu emekçileri 8saat çalışıyorlar.

Peki, ya kadrosuz emekçiler?

Maalesef diğer emekçiler 8 saatten fazla çalıştırıldıkları gibi, alabildiğince sömürülüyorlar…

Her şeyden önce büyük çoğunluğun sosyal güvencesi yok…

İLO Sözleşmesinin altına imza atmış ülkemde, emekçiler ‘geçici statü’ adı altında, sayılı aylar çalıştırılıyorlar.

Öte yandan ülke genelinde milyonlarca emekçi sigortasız çalıştırılıyor…

Yasalara göre sosyal güvencesiz ve asgari ücret altında emekçi çalıştırmak suç. Ancak reel gerçeklik böyle değildir…

Marketler-mağazalar ve işyerlerinde günde 12 saat çalıştırılan ve kendilerine asgari ücret bile verilmeyen emekçiler bizim evlatlarımız. Yıllardır bunu ifade ediyor ve emekçilerin haklarına dikkat çekiyorum.

Bazı esnaflar düşük ücret ve sosyal güvencesizliği savunuyor. Yeri geldiğinde milliyetçilikten, hak ve özgürlüklerden dem vuran, ağızlarından ‘Heval’ kelimesi düşmeyen nicelerinin çok düşük ücretle emekçi çalıştırmaları gerçeğine tanık oluyoruz…

Yine dini değerleri ağızlarından düşürmeyen, karşılaştıkları ve ayrıldıkları kişilere ‘Selamün aleyküm’ diyen nicelerinin de çok düşük ücretle, eleman çalıştırdıkları gerçeğini gözlemliyorum…

“Ne yapalım, Kapitalist sistemle idare ediliyoruz. Ne yapalım, serbest piyasa ekonomisi, biz çalıştırmasak başkaları onları daha düşük ücretle çalıştıracak. Hem çok ücret versek, emekçi çalıştıramayız, tamamen işsiz kalacaklar. Ayrıca çok kazanmıyoruz” diyerek kendilerini savunuyorlar…

İnsafınız kurusun diyeceğim, ama zaten insafları, merhametleri yok. Sürekli mal varlıkları artan sermayedarlar gerçeği gözler önündedir. Büyük kentlerdeki sermayedarlar, fabrikatörler sömürü mekanizması sayesinde köşeyi dönüyorlar.

SÖMÜRÜ MEKANİZMALARI İŞLİYOR…

Sömürü mekanizmaları sadece şehirlerde işlemiyor, çalışmıyor. Kırsalda da büyük sömürü var…

Tarlalarda alabildiğine sömürü yaşanıyor. Düşük ücretle, adeta karın tokluğuna çalıştırılan genç emekçiler ve çocuklar gerçeğine herkes seyirci…

Her yıl bir mayıslarda yaptığım eleştiriyi yine yapmadan geçmeyeceğim; Sendikalar, konfederasyonlar gerçek anlamda alana inip toplumu bu konuda bilinçlendirmiyorlar. Bunun yerine sendika üyelik aidatı üzerinden bir sendika patronluğu oluşturuyorlar. Bir seçim geldiği zaman x partisinin Milletvekili veya belediye başkan adayı olarak karşımıza çıkıp, bizi yönetmeye talip oluyorlar…

Marketlerde, mağazalarda, tarlalarda emekçilerin sorunlarını dinleyen, onların döktüğü alın terini gören kaç sendikacı gördünüz? Sağdan veya soldan hangi sendikacının bu konuda açıklama ve beyanlarına tanık oldunuz?

Yirmi birinci yüzyıla yelken açan dünya gemisinde yaşıyoruz. Üçüncü bin yıla girmemizin üzerinden yıllar geçiyor. Ancak ülkemiz pratikte 19. yüzyıl feodalite dönemini yaşıyor!..

Bu acı gerçeği görmek için şöyle bir etrafımıza akıl gözüyle bakmak sanırım yeterli olacak. Feodal yapının hala dimdik ayakta olduğunu, çağdaş kölelik zihniyetinin devam ettiğini göreceksiniz…

Gerçekten de anlamakta zorluk çekiyorum. 21. yüzyıla yelken açan dünya gemisinde seyahat etmiyor muyuz? O geminin güvertesinin küçük bir köşesinde olmamıza karşın, neden pratiğimizle 19. yüzyılı yaşıyoruz?

Bölgemizin makus talihi değişmediği için, tarım işçileri yollarda dökülüyor, sularda boğuluyor, hastalıklarla boğuşuyorlar.

Kentte yaşayan gençler çağdaş köle muamelesi görüyor. Sosyal güvenceden yoksun şekilde, karın tokluğuna çalıştırılıyorlar…

Emekçilerin kaderi hiç değişmedi…

Ne yazık ki bu insanlarımızın haklarına duyarlılık gösteren yok. ‘Emek Cephesi’ diye bildiğim kesimler, yani sendika ve konfederasyonlar bu gelişmeyi sadece seyrediyorlar…

Traktörlere doldurulup tarlalara götürülen kızlardan hiçbirisinin sosyal güvencesi bulunmuyor. Sabahtan akşama kadar kızgın güneş altında çapa sallayan bu emekçilerimizin örgütlü olmaması en büyük sıkıntı nedeni.

Bu gidişata ‘dur’ demek için 22. yüzyılı mı beklemek gerekiyor? Özellikle emek cephesine seslenmek istiyorum: Bu emekçiler çağdaş köleler mi? Sendikalar, konfederasyonlar ne zaman bu emekçilerin hakları için ayağa kalkacak? Çağdaş köleliğe seyirci kalınacaksa, sendika ve konfederasyonların varlık sebebi nedir?

Hiç kimse bu haksızlığı, bu zorbalığı kabullenmemelidir. Köle düzenine geçit vermemeliyiz.

Gençlerimiz de haklarını savunmalı, yasal alanda örgütlenmelidir. Emek sömürüsünün önüne geçmeliyiz. Batmanlı sendikalar bu duruma daha fazla seyirci kalmamalıdır. Asgari ücretin altında emekçi çalıştıran büyük işyerleri gerçeğine sendikalar seyirci kalmamalıdır.

Köle düzenine hep birlikte karşı çıkmalıyız. Çünkü herkes, ‘Bana ne’ diyecek olursa, sömürü düzeninin çarkları işlemeye devam edecektir…

Toplumun duyarlı olması temennisiyle, dünyadaki bütün emekçilerin, alın teri döken bütün üreten işçilerin ‘Emek ve Dayanışma Günü’nü kutluyor, sömürüsüz bir dünya diliyorum.